Bize Gönderin

Bize Gönderin;
Sevgili okur, eğer sen de bizimle yazdıklarını paylaşmak istersen, yazını önümüzdeki ayın 7'sine kadar -bokgibi1blog@gmail.com - mail adresine gönderebilirsin.
" Haydi dök bize kuruntularını... "

3 Şubat 2018 Cumartesi

Yazık, çok yazık... -Delikadir-

-Ben, benden daha önemliyim.

Kıpkırmızı vosvosumu mavi renkli binanın önüne park ettim. Umarım şikayet eden olmaz. Aslında girişi tam da kapatmıyorum. Ama napayım? Bu Bahçelievler’de araba park edecek yer bulmak ölüm gibi bir şey. Bide vosvosumu öyle her yere park edemiyorum, güvenli olması lazım. İrem’le kahve içmek istediğimizde gittiğimiz Kahve Dünyası’na doğru yürüdüm. Kafeye girdiğimde her zaman oturduğumuz masanın boş olduğunu gördüm. Çantamdan sigaramı, telefonumu çıkarttım. Fazla beklemeyeceğimi anladım çünkü kafamı kaldırdığımda İrem’in kapıdan içeri girdiğini gördüm. “Merhaba Beyhancığım. Çok beklettim mi? Özür dilerim. Yağmur yağıyor ya, otobüsler çok dolu bide trafik felaketti. Sipariş vermedin değil mi? İyi iyi, beraber söyleriz.” İrem genelde böyle yapardı. Soru sorduğunda kendisi cevaplar daha sonra kendisi sonuçlandırırdı. “Yok tatlım, yeni geldim ben de. Şimdi oturdum.”
İrem’le birinci sınıftan beri arkadaşız ve iyi anlaşırız. Sınavlarda falan yardımcı olur, severim onu. Okulu %75 bursla kazanmış. Bence Başkent Üniversitesinin Türkçe Öğretmenliğindeki en zeki öğrencisidir.
Burayı keşfettiğimizden beri; burada buluşur, kahve içeriz, dertleşiriz. Ama bu sefer güzel bir olay için davet ettim.
Garson çocuk, menüyü bırakmak için masamıza geldiğinde işe yeni başladığını anladık ve İrem’le aynı anda birbirimize bakarak gülümsedik. Çünkü sınıf arkadaşımız olan Kadir ve diğer garsonlar, buraya kahve içmeye geldiğimizi ve ne içtiğimizi bildiğinden menüyü getirmeden direkt kahveleri getirirler.
İsimliğinde -Burak- yazan garsona siparişi verdikten sonra İrem’e döndüm, “Adının, berrak ve temiz anlamına geldiğini biliyor mudur acaba? Adının anlamı gibi yaşıyor mudur acaba?” dedim. İrem, gülümseyerek, “Şu isim takıntından vazgeçmeyeceksin değil mi?” Garsonun arkasından bakakaldım, gözüm daldı. “Dayanamıyorum bebeğim. Ama çok keyif alıyorum bu durumdan.”
İrem’le dersler ve notlar gibi sıkıcı şeylerden konuşurken kahveler geldi. “Ohh, kahveler de geldi. Dur şu sigarayı da yakayım sana neler anlatacağım,” dedim. “Al benim sigaramdan iç,” diye sigara paketini uzattı. İrem düzenli olarak sigara içen birisiydi, ben sadece kahvenin yanında içerim. Daha o kadar tiryaki olamadım. “Yok canım, sen Camel içiyorsun, ağır geliyor. Marlboro daha hafif. Hem mentollü. Teşekkür ederim.” – “Tamam tatlım sen bilirsin.” Sigaramı da yaktıktan sonra anlatmaya başladım, “Geçen hafta Olgun bana Kızılay’da Olgunlar Sokak’ın orada evlilik teklifi etmişti, biliyorsun. Salak şey, aklınca kelime oyunu yapmaya çalıştı galiba. Ben daha bunun heyecanını atlatmaya çalışıyordum ki dün gece beni eve bırakırken, ‘Ailelerimiz tanışsın istiyorum. Güzel bir yemek ayarlayacağım,’ dedi. Düşünsene ailemle tanışacak. Evet tatlım. Yemekte evlilik kararımızı açıklayacağız. Büyük ihtimalle yaza da düğün olur. Haklısın; okul bitince, bu yaz planlarımız vardı, yurt dışına çıkacaktık, evet. Ama ne yapalım, eğer evlenirsem ben de artık Olgun’la gerçekleştiririm planlarımı. Kusura bakma canım. Sen de birisini bulursan onla gidersin veya beraber gideriz. Daha güzel olur. Aman boşver tatili, planları. Gerçekten evleneceğim galiba. Çok heyecanlıyım. Gelinliğim nasıl olacak, saçımı nasıl yaptıracağım, düğün nerede olacak falan derken sınavları geçemez, derslerden kalırsam benim için sıkıntı olur. Sen bu dönem bana biraz daha fazla yardımcı olursun değil mi? Sen kıyamazsın arkadaşına, yardım edersin bana. Neyse böyle işte bendeki havadisler. Sen neler yapıyorsun? Bütünlemeler mi? Aman boşver şimdi sınavları. Sence tanışma yemeğinde ne giymeliyim? Cadde üzerinde bir mağazada siyah bir kıyafet gördüm. Çok güzeldi. Kahveler bitince bakmaya gidelim mi? İşin mi var? Ne yapacaksın kütüphanede? Kime söz verdin ki? Sınıftan mıydı o çocuk? Yalan söylesen. İşim var desen olmaz mı? Tamam tamam hadi git dersini çalış. Bitmedi senin de şu derslerin. Ben öderim canım hesabı. İki kahve değil mi sanki. Hadi sen git geç kalma dersine.”
İrem de yangından mal kaçırır gibi gitti. En önemli günümde giyeceğim kıyafet konusunda yardıma ihtiyacım olduğunu bile bile gitti. Acaba tatil planımızı, hatta mezuniyet planımızı bozduğum için mi darıldı? Ama ne yapayım? Evleneceğim. Onunla mı gidecektim tatile? Neyse şu hesabı ödeyim de biraz kıyafet bakınayım. Yalnız başıma. Ya da annemi arayım, o gelir bana yardımcı olmaya.

“Bu insanlar da ne kadar bencil. Ben evlilik diyorum, tanışma yemeği diyorum, arkadaşımdan yardım beklerken o sınıftan bir çocukla ders çalışacağım diye kütüphaneye gidiyor.”


-Kazanmak için her yol mubahtır.

Otoparkta yine yer yok. Mecbur arka sokağa park edeceğim. Kaç kere söyledim bizim çocuklara, “Şuraya duba koyun, başkası park etmesin” diye. Yok arkadaş, kafaları basmıyor ki. Üniversite öğrencileri dedik ama boşa okuyorlar. Ben okusaydım bunlardan daha iyi yerlerde olurdum.
 Neyse ki arkadaşımın mekanının otoparkı genelde sakin oluyor da oraya park edebilirim. Hava baya yağışlı ama çok şükür hemen gelebildim kafeye. Ön bahçede baya müşteri var, arka taraf ne alemde acaba. “Kolay gelsin aslanım,” diye selam verdim ön bahçedeki garson çocuğa. Efendi çocukmuş, “Teşekkür ederim efendim, hoş geldiniz” diye karşılık verdi. Sevdim. Yeni aldığımız garson olsa gerek. Şimdi hatırladım. Burak’tı bu çocuğun adı. Gazi Üniversitesinde Tıp okuyor. Eğer üniversite sınavına girseydim ben de Tıp Fakültesini kazanırdım. Arka bahçeye doğru yürüdüm. Ohoo, arka bahçe de dolu. Bugün işler iyi demek ki.