-Ben,
benden daha önemliyim.
Kıpkırmızı vosvosumu mavi renkli binanın önüne park ettim. Umarım
şikayet eden olmaz. Aslında girişi tam da kapatmıyorum. Ama napayım? Bu
Bahçelievler’de araba park edecek yer bulmak ölüm gibi bir şey. Bide vosvosumu
öyle her yere park edemiyorum, güvenli olması lazım. İrem’le kahve içmek
istediğimizde gittiğimiz Kahve Dünyası’na doğru yürüdüm. Kafeye girdiğimde her
zaman oturduğumuz masanın boş olduğunu gördüm. Çantamdan sigaramı, telefonumu
çıkarttım. Fazla beklemeyeceğimi anladım çünkü kafamı kaldırdığımda İrem’in
kapıdan içeri girdiğini gördüm. “Merhaba Beyhancığım. Çok beklettim mi? Özür
dilerim. Yağmur yağıyor ya, otobüsler çok dolu bide trafik felaketti. Sipariş
vermedin değil mi? İyi iyi, beraber söyleriz.” İrem genelde böyle yapardı. Soru
sorduğunda kendisi cevaplar daha sonra kendisi sonuçlandırırdı. “Yok tatlım,
yeni geldim ben de. Şimdi oturdum.” 
İrem’le birinci sınıftan beri arkadaşız ve iyi anlaşırız.
Sınavlarda falan yardımcı olur, severim onu. Okulu %75 bursla kazanmış. Bence
Başkent Üniversitesinin Türkçe Öğretmenliğindeki en zeki öğrencisidir.
Burayı keşfettiğimizden beri; burada buluşur, kahve içeriz,
dertleşiriz. Ama bu sefer güzel bir olay için davet ettim.
Garson çocuk, menüyü bırakmak için masamıza geldiğinde işe yeni
başladığını anladık ve İrem’le aynı anda birbirimize bakarak gülümsedik. Çünkü
sınıf arkadaşımız olan Kadir ve diğer garsonlar, buraya kahve içmeye
geldiğimizi ve ne içtiğimizi bildiğinden menüyü getirmeden direkt kahveleri
getirirler. 
İsimliğinde -Burak- yazan garsona siparişi verdikten sonra İrem’e
döndüm, “Adının, berrak ve temiz anlamına geldiğini biliyor mudur acaba? Adının
anlamı gibi yaşıyor mudur acaba?” dedim. İrem, gülümseyerek, “Şu isim
takıntından vazgeçmeyeceksin değil mi?” Garsonun arkasından bakakaldım, gözüm
daldı. “Dayanamıyorum bebeğim. Ama çok keyif alıyorum bu durumdan.”
İrem’le dersler ve notlar gibi sıkıcı şeylerden konuşurken
kahveler geldi. “Ohh, kahveler de geldi. Dur şu sigarayı da yakayım sana neler
anlatacağım,” dedim. “Al benim sigaramdan iç,” diye sigara paketini uzattı.
İrem düzenli olarak sigara içen birisiydi, ben sadece kahvenin yanında içerim.
Daha o kadar tiryaki olamadım. “Yok canım, sen Camel içiyorsun, ağır geliyor. Marlboro
daha hafif. Hem mentollü. Teşekkür ederim.” – “Tamam tatlım sen bilirsin.”
Sigaramı da yaktıktan sonra anlatmaya başladım, “Geçen hafta Olgun bana
Kızılay’da Olgunlar Sokak’ın orada evlilik teklifi etmişti, biliyorsun. Salak
şey, aklınca kelime oyunu yapmaya çalıştı galiba. Ben daha bunun heyecanını
atlatmaya çalışıyordum ki dün gece beni eve bırakırken, ‘Ailelerimiz tanışsın
istiyorum. Güzel bir yemek ayarlayacağım,’ dedi. Düşünsene ailemle tanışacak.
Evet tatlım. Yemekte evlilik kararımızı açıklayacağız. Büyük ihtimalle yaza da
düğün olur. Haklısın; okul bitince, bu yaz planlarımız vardı, yurt dışına
çıkacaktık, evet. Ama ne yapalım, eğer evlenirsem ben de artık Olgun’la
gerçekleştiririm planlarımı. Kusura bakma canım. Sen de birisini bulursan onla
gidersin veya beraber gideriz. Daha güzel olur. Aman boşver tatili, planları.
Gerçekten evleneceğim galiba. Çok heyecanlıyım. Gelinliğim nasıl olacak, saçımı
nasıl yaptıracağım, düğün nerede olacak falan derken sınavları geçemez,
derslerden kalırsam benim için sıkıntı olur. Sen bu dönem bana biraz daha fazla
yardımcı olursun değil mi? Sen kıyamazsın arkadaşına, yardım edersin bana.
Neyse böyle işte bendeki havadisler. Sen neler yapıyorsun? Bütünlemeler mi?
Aman boşver şimdi sınavları. Sence tanışma yemeğinde ne giymeliyim? Cadde
üzerinde bir mağazada siyah bir kıyafet gördüm. Çok güzeldi. Kahveler bitince
bakmaya gidelim mi? İşin mi var? Ne yapacaksın kütüphanede? Kime söz verdin ki?
Sınıftan mıydı o çocuk? Yalan söylesen. İşim var desen olmaz mı? Tamam tamam
hadi git dersini çalış. Bitmedi senin de şu derslerin. Ben öderim canım hesabı.
İki kahve değil mi sanki. Hadi sen git geç kalma dersine.”
İrem de yangından mal kaçırır gibi gitti. En önemli günümde
giyeceğim kıyafet konusunda yardıma ihtiyacım olduğunu bile bile gitti. Acaba
tatil planımızı, hatta mezuniyet planımızı bozduğum için mi darıldı? Ama ne
yapayım? Evleneceğim. Onunla mı gidecektim tatile? Neyse şu hesabı ödeyim de
biraz kıyafet bakınayım. Yalnız başıma. Ya da annemi arayım, o gelir bana
yardımcı olmaya.
“Bu insanlar da ne kadar bencil. Ben evlilik diyorum, tanışma
yemeği diyorum, arkadaşımdan yardım beklerken o sınıftan bir çocukla ders
çalışacağım diye kütüphaneye gidiyor.”
-Kazanmak için
her yol mubahtır.
Otoparkta yine yer yok. Mecbur arka sokağa park edeceğim. Kaç kere
söyledim bizim çocuklara, “Şuraya duba koyun, başkası park etmesin” diye. Yok
arkadaş, kafaları basmıyor ki. Üniversite öğrencileri dedik ama boşa okuyorlar.
Ben okusaydım bunlardan daha iyi yerlerde olurdum.
 Neyse ki arkadaşımın
mekanının otoparkı genelde sakin oluyor da oraya park edebilirim. Hava baya
yağışlı ama çok şükür hemen gelebildim kafeye. Ön bahçede baya müşteri var,
arka taraf ne alemde acaba. “Kolay gelsin aslanım,” diye selam verdim ön bahçedeki
garson çocuğa. Efendi çocukmuş, “Teşekkür ederim efendim, hoş geldiniz” diye
karşılık verdi. Sevdim. Yeni aldığımız garson olsa gerek. Şimdi hatırladım.
Burak’tı bu çocuğun adı. Gazi Üniversitesinde Tıp okuyor. Eğer üniversite
sınavına girseydim ben de Tıp Fakültesini kazanırdım. Arka bahçeye doğru
yürüdüm. Ohoo, arka bahçe de dolu. Bugün işler iyi demek ki.
