Bize Gönderin

Bize Gönderin;
Sevgili okur, eğer sen de bizimle yazdıklarını paylaşmak istersen, yazını önümüzdeki ayın 7'sine kadar -bokgibi1blog@gmail.com - mail adresine gönderebilirsin.
" Haydi dök bize kuruntularını... "

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Şimendifer -Delikadir-


Sırtında kahverengi çantası ve elindeki cam fanusla kaldırımda bekliyor ve yoldan karşıya geçme fırsatı kolluyordu. Nihayet bir boşluk yakaladı ve Ekşişeher Tren Garı’nın karşısındaki Seyhan Çay Bahçesi’ne doğru yürüdü. Saat 21.30’du, Balkara’dan hızlı trenle geldi ve aktarma yapacağı tren 23.30’daydı. O süre içinde oturup zaman geçireceği bir tek orayı bulabildi. Feridun kapıdan içeri girdiğinde çok kalabalık olduğunu gördü ve çalışan garsonların da koşturmaca içinde olduğunu fark edince kimsenin onunla ilgilenmeyeceğini anladı. Hemen kendisine boş bir masa bulup oturdu. Çantasını yanındaki sandalyeye cam fanusu da masanın üstüne koydu. Önce bir süre kendini garsonlara göstermeye çalıştı fakat böyle olmayacağını anlayınca seslenmek zorunda kaldı, “Bir çay verir misin?” – “Tabii ki. Hemen getiriyorum.” Cevabını alır almaz cebinden sigarasını çıkardı. Balkara’dan trene binmeden aldıydı, bu yüzden sigara paketini daha yeni açtı. Garson tam da dediği gibi hemen getirdi çayını. Çaydan bir yudum aldı ve sonra sigarasını yaktı. Gözlerini fanustaki balığa dikti. Japon balığı denilen türdendi ama ona hep -Şimendifer- derdi.
Feridun, saatin bir türlü geçmediğini düşünerek sigarasını söndürür söndürmez yenisini yakıyordu. Ve bir anda masasına birisi geldi, “Merhaba, oturabilir miyim? Uzaktan baktım da yalnız oturuyordunuz, galiba birisi gelmeyecek. Boş masa kalmamış da bence tren saatime kadar şurada oturabilirim,” diyerek karşısındaki sandalyeyi gösterip, Feridun ağzını açmadan oturdu. Feridun, adamı dinlerken yoruldu, ne söylerse söylesin oraya oturacağını anladığı için bir şey söyleme gereksinimi duymadı, sadece gözleriyle takip etti. “Şey, pardon, adımı söylemedim. Ben Hikmet. Balkara’da tıp fakültesinde öğrenciyim. Hızlı trenle oraya gideceğim de saatini bekliyorum. Ya sen?” Feridun soğuk bir şekilde, istifini bozmadan cevap verdi, “Ben Feridun. Demek doktor olacaksın. - Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? -” Hikmet ufak seslerle kahkaha attı, “Memnun oldum Feridun. Galiba edebiyatla fazla ilgilisin. Bana Oğuz Atay’dan alıntıyla cevap vereceğine düşünmemeni öneririm. Daha sağlıklı. Çünkü ne ben Albay Hüsamettin’im ne Tehlikeli Oyunlar’ın içindeyiz.” Feridun, Hikmet’i dinlemiyor, sigarasını yakmış Şimendifer’in fanus içindeki hareketlerini takip ediyordu. Hikmet yanından geçen garsonu durdurup limonata istedi. Feridun’a dönerek, “Japon balığı değil mi bu balık?” dedi. Feridun, “Evet ama Şimendifer onun adı.” Hikmet önce adının anlamını sonra bir balığa neden isim verdiğini sordu ama Feridun onu dinlemediği için cevaplamadı. Yarım saat kadar böyle konuşmadan oturdular. Feridun fanusu izlerken Hikmet limonatasını içip etrafı izliyordu. Feridun, garsondan çay istediği sırada Hikmet bu fırsatı kaçırmadan, “Öğrenci misin? Ne okuyorsun?” diye sormaya başladı. Feridun, “Balkara’da Gazi Üniversitesi’nde Demiryolu Mühendisliği okudum. Mezun oldum. Bugün diplomamı aldım,” dedi soğuk ve net bir şekilde. “Ee, mezun oldun nereye gidiyorsun şimdi? Memleketine mi? Hangi trene bineceksin?” Feridun, Hikmet’in bu sorularından kurtulamayacağını anladı. “Babamın yanına gidiyorum. Dallıkeser’de yaşıyoruz. Mavi Tren’i bekliyorum,” dedi. Bir süre daha oturduktan sonra Hikmet çantasını ve valizini alıp içtiği limonatayı ödedikten sonra tren garına gitti. Giderken Feridun’la vedalaşmaya çalıştı ama Feridun pek oralı olmadı. Hikmet gittikten sonra bir süre daha oturdu ve garsondan beşinci çayını isteyip onuncu sigarasını da yaktı. Saatine baktı ve trenine yarım saat kaldığını anladı. Çayını hızlıca içip sigarasını yarım bırakıp söndürdükten sonra parayı masaya bıraktı ve çantasını sırtına, fanusu da eline alıp tren garına doğru yürümeye başladı.