Bize Gönderin

Bize Gönderin;
Sevgili okur, eğer sen de bizimle yazdıklarını paylaşmak istersen, yazını önümüzdeki ayın 7'sine kadar -bokgibi1blog@gmail.com - mail adresine gönderebilirsin.
" Haydi dök bize kuruntularını... "

25 Ağustos 2018 Cumartesi

Şimendifer -Delikadir-


Sırtında kahverengi çantası ve elindeki cam fanusla kaldırımda bekliyor ve yoldan karşıya geçme fırsatı kolluyordu. Nihayet bir boşluk yakaladı ve Ekşişeher Tren Garı’nın karşısındaki Seyhan Çay Bahçesi’ne doğru yürüdü. Saat 21.30’du, Balkara’dan hızlı trenle geldi ve aktarma yapacağı tren 23.30’daydı. O süre içinde oturup zaman geçireceği bir tek orayı bulabildi. Feridun kapıdan içeri girdiğinde çok kalabalık olduğunu gördü ve çalışan garsonların da koşturmaca içinde olduğunu fark edince kimsenin onunla ilgilenmeyeceğini anladı. Hemen kendisine boş bir masa bulup oturdu. Çantasını yanındaki sandalyeye cam fanusu da masanın üstüne koydu. Önce bir süre kendini garsonlara göstermeye çalıştı fakat böyle olmayacağını anlayınca seslenmek zorunda kaldı, “Bir çay verir misin?” – “Tabii ki. Hemen getiriyorum.” Cevabını alır almaz cebinden sigarasını çıkardı. Balkara’dan trene binmeden aldıydı, bu yüzden sigara paketini daha yeni açtı. Garson tam da dediği gibi hemen getirdi çayını. Çaydan bir yudum aldı ve sonra sigarasını yaktı. Gözlerini fanustaki balığa dikti. Japon balığı denilen türdendi ama ona hep -Şimendifer- derdi.
Feridun, saatin bir türlü geçmediğini düşünerek sigarasını söndürür söndürmez yenisini yakıyordu. Ve bir anda masasına birisi geldi, “Merhaba, oturabilir miyim? Uzaktan baktım da yalnız oturuyordunuz, galiba birisi gelmeyecek. Boş masa kalmamış da bence tren saatime kadar şurada oturabilirim,” diyerek karşısındaki sandalyeyi gösterip, Feridun ağzını açmadan oturdu. Feridun, adamı dinlerken yoruldu, ne söylerse söylesin oraya oturacağını anladığı için bir şey söyleme gereksinimi duymadı, sadece gözleriyle takip etti. “Şey, pardon, adımı söylemedim. Ben Hikmet. Balkara’da tıp fakültesinde öğrenciyim. Hızlı trenle oraya gideceğim de saatini bekliyorum. Ya sen?” Feridun soğuk bir şekilde, istifini bozmadan cevap verdi, “Ben Feridun. Demek doktor olacaksın. - Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? -” Hikmet ufak seslerle kahkaha attı, “Memnun oldum Feridun. Galiba edebiyatla fazla ilgilisin. Bana Oğuz Atay’dan alıntıyla cevap vereceğine düşünmemeni öneririm. Daha sağlıklı. Çünkü ne ben Albay Hüsamettin’im ne Tehlikeli Oyunlar’ın içindeyiz.” Feridun, Hikmet’i dinlemiyor, sigarasını yakmış Şimendifer’in fanus içindeki hareketlerini takip ediyordu. Hikmet yanından geçen garsonu durdurup limonata istedi. Feridun’a dönerek, “Japon balığı değil mi bu balık?” dedi. Feridun, “Evet ama Şimendifer onun adı.” Hikmet önce adının anlamını sonra bir balığa neden isim verdiğini sordu ama Feridun onu dinlemediği için cevaplamadı. Yarım saat kadar böyle konuşmadan oturdular. Feridun fanusu izlerken Hikmet limonatasını içip etrafı izliyordu. Feridun, garsondan çay istediği sırada Hikmet bu fırsatı kaçırmadan, “Öğrenci misin? Ne okuyorsun?” diye sormaya başladı. Feridun, “Balkara’da Gazi Üniversitesi’nde Demiryolu Mühendisliği okudum. Mezun oldum. Bugün diplomamı aldım,” dedi soğuk ve net bir şekilde. “Ee, mezun oldun nereye gidiyorsun şimdi? Memleketine mi? Hangi trene bineceksin?” Feridun, Hikmet’in bu sorularından kurtulamayacağını anladı. “Babamın yanına gidiyorum. Dallıkeser’de yaşıyoruz. Mavi Tren’i bekliyorum,” dedi. Bir süre daha oturduktan sonra Hikmet çantasını ve valizini alıp içtiği limonatayı ödedikten sonra tren garına gitti. Giderken Feridun’la vedalaşmaya çalıştı ama Feridun pek oralı olmadı. Hikmet gittikten sonra bir süre daha oturdu ve garsondan beşinci çayını isteyip onuncu sigarasını da yaktı. Saatine baktı ve trenine yarım saat kaldığını anladı. Çayını hızlıca içip sigarasını yarım bırakıp söndürdükten sonra parayı masaya bıraktı ve çantasını sırtına, fanusu da eline alıp tren garına doğru yürümeye başladı.

31 Mayıs 2018 Perşembe

Bir Kitap Bir Karakter -Delikadir-


Yeşil renge boyanmış ahşap kapıyı iterek içerek girdim. İçeriye göz gezdirdiğimde masaların birkaçı doluydu. Tam da istediğim gibi. Genç bir adam bana doğru geldi, “Hoş geldiniz efendim. Boş yerimiz var buyurun, yardımcı olayım.” Gözle görülen bir şeyi neden söyler acaba diye düşündüm. “Teşekkür ederim. Köşedeki masaya oturmak istiyorum,” diye karşılık verip masaya oturdum. Sırt çantamı yandaki sandalyenin üstüne koyup içinden kitabımı, defterimi ve bir kalem çıkardım. Düzenli olarak geldiğim bir kafe, buranın estetik havasını seviyorum. Beymenti ilçesinde, içinde kütüphanesi olan tek kafe, Dünden Bugüne. Üniversitede dersime giren bir hocam önermişti, Fatih Hoca. “Kitap okumak veya bir şeyler yazmak istediğinde gidebilirsin. Senin gibi insanları pek bulamasan da kendini bulabileceğin bir yer,” diye söylemişti. Halbuki birkaç kez kendim gibi insanlara rast gelmiştim. Bugün ise bir şeyler yazmak için buradayım. Öğrencilerin çıkardığı bir dergiye göndereceğim hikaye için karakterler aramaya çıktım.

Garsonun masaya bıraktığı menüye bakmadan kupa bardakta çay istedim. “Çok güzel kahvelerimiz var, yöresel kahveler. Yeni getirttik denemek ister misiniz?” Sanki garsona hayatımın en büyük sırrını açıklıyormuş gibi, “Saatlerce burada olacağım ve emin ol o kahveden içmek isterdim ve yine emin ol o kadar param yok. Çay alsam yeterli benim için.” Garsonun yüzünde oluşan o masum gülümseme beni rahatlattı, neden bilmiyorum. Fazla vakit kaybetmeden Fatih Hocamın bana hediye ettiği saman kağıdından yapılmış defterimi açtım. Yeteri kadar dolu masa var ve yeteri kadar insan analiz edebilirim. İlk gözüme çarpan önlerinde tavla olan iki erkek oldu. Türk kahvesi sipariş etmişler ve küllükte iki tane sigara duruyor. Birisi zarı salladıktan sonra parmaklarını öpüp zarları tavlaya doğru fırlatıyor, diğeri telefonda mesaj yazıyor. Sıra diğerine geçince parmaklarını öpen telefonu eline alıyor. Acaba yeni bir kural mı çıktı diye düşünmeden edemedim. Zarları sallarken parmaklarını öpecek kadar şansa inanan birisi nasıl bu kadar tavla oynamaktan uzak olur acaba? Sıra 2-3 dakikada bir değişiyor, çünkü mesajlaşmak daha uzun sürüyor. Hava güzel diye evde sıkılıp kendilerini dışarı atan ve yine kendilerini bir kafeye kapayan ve neredeyse birbirlerinin yüzlerine bakmayan insan türü diye not aldım. Kendimi kaptırmışım, çayın geldiğine bile dikkat etmedim. Hemen bir yudum aldım. Çay taze, mutlu olmam bir için iyi bir sebep. Çayımı yudumlarken, bu sefer birkaç masa ileride oturan, iki kadın ve bir erkek dikkatimi çekti. Erkek, elindeki tarot kartlarıyla karşısındaki kadına fal bakıyor ve masada altlığa ters çevrilmiş kahve fincanlarını gördüm. Kadınlar, erkeğin ağzından çıkan sözcükleri büyük bir merakla dinliyorlar. Bazen şaşırıyorlar bazen seviniyorlar. Acaba erkek neler söylüyor diye o kadar merak ettim ki. İlk fal bitti, kadınlar yer değiştirdi. Bu sırada orta parmaklar fincana doğru gitti, soğumuş fincanları açtılar, hepsi aynı anda telefonlarını çıkarıp birkaç kez fotoğraf çektiler. Sonra erkek diğer kadının tarot falına bakmaya başladı. Yine heyecanlanmalar yine birbirinden farklı tepkiler vermeye başladılar. Erkekte de ne kelime haznesi varmış, bu kadar anlatacak ne gördü diye düşündüm. Fallar bitince kelimeler kayboldu. Bir anda kafalar telefonlara eğildi, arada bir ağızlar oynuyor ama kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Fala inanmasalar birbirlerinin yüzlerine bakmaya dahi tahammülleri olmayan insan türü diye not aldım. Çayım soğumaya başlamış. İnsanları gözlemlerken kendimi kaybettiğimi anladım. Yeni bir çay söyleyip biraz da kitap okuyayım. Hem o sırada belki kafeye yeni müşteriler gelir. Garsonu çağırıp sipariş verdim. “Baya oturacak gibisiniz, çay öyle boş boş gitmez yanında kurabiye falan getireyim. Benden olsun,” dedi. Böyle düşünceli garsonları çok seviyorum. İnsanın halinden anlıyorlar. Garsonun arkasından boş boş bakarken diğer garsonlar dikkatimi çekti, çay gelene kadar gözlem yapmaya başladım. İki erkek bir kadın, kenarda bekliyorlar. Erkekler neredeyse kadının ağzına düşecekler. Bir müşteri sipariş vermek için el kaldırdı, kadın hareketlenince ikisi de aynı anda durdurup sanki bir yarış varmış gibi bir anda birisi öne geçip masaya ulaştı. Bir kadını etkilemek için bu kadar açık bir şekilde yarış yapıldığını nadir görebilirim. Yakalarındaki isimlikleri okumaya çalıştım, birisinin adı Ulaş diğerinin Onur’du. Benimle ilgilenen garsonu çok sevdim, o bunlara benzemiyordu. Bunları yazacağıma onu yazarım. Kurabiyelerin hatırı var sonuçta. Evet, çay ve kurabiyeler geliyor. Garson bana doğru yaklaşırken onun da isimliğini okudum. “Çok teşekkür ediyorum Mustafa. Çok naif bir insansın. Şu an sayende çok mutlu oldum, vallahi.” – “Ne demek efendim. Ben de öğrenciyim, anlarım bu durumu.”

3 Mayıs 2018 Perşembe

Büyüyü Bozan Şiir -Osman Erdal-


Cebimde sana yazacağım mektuplar.

Dilimde serkeş, sarhoş bir şarkı.

Aklımdan çıkmıyorsun şu ara.

Zihnimin derinliklerinden geliyor zehrin,

Yalnız ve acıklı hayatıma.

Söylediğin bir şarkı farkında mısın bilmem

Bana hitap ediyor, soğuk yıl dönümlerinde

Söyleyemem sana seni sevdiğimi.

İrkilir kaçarsın benden.

Söylemem sevdiğimi.

Kaybedişlerim bu son,

Bir daha ağzı açılmaz baharın

Bir kuytuda ölü bulurlar beni.

Korkarım.

Söyleyemem sana seni sevdiğimi.

Başında divane gezerim dilimden onlarca şiir.

Sen iste şarkılar söylerim sarhoş gecelerde.

Söylerim de,

12 Nisan 2018 Perşembe

Kadının Güzelliğinde -Osman Erdal-


Eğildi adam kadının ellerine.
Diz çöküyor toprağa.
Bir kadın salıyor saçlarını rüzgarın serinliğinde.
Dalgalar kıyıyı dövmeye devam ediyor.
Sessizlik hakim tüm cephelerde.
Dünya barışı kabulleniyor.
Ordular yoksul, ordular fakir, ordular mağlup
Kadının güzelliğinde.

24 Mart 2018 Cumartesi

Hazal & Gazal -Dilber Öztürk- [Takipçilerimizin Kuruntuları]


HAZAL & GAZAL

Tık

Tık

Tık…

Duyuyor musun sesi? Yağmurun sesi bu, damla damla vuruyor cama, damlalar bütünleşiyor camın buğusunda. Sonra ben o buğuya bir hazal çiziyorum bir de gazal. Bilir misin nedir gazal? Gazal iplikçi demektir. İlmiklere emek emek işlenen her şeyde adını gizleyen demektir. Kışın üstüne kazaktır yünden, belki ipten bir top. Kimse bilmez, kimse görmez ama o oradadır, tam orada. İlmeklerin arasından bakar bana, bakar sana bakar görmek isteyen her bir ademoğluna, bakar iki ilmek arasından. Herkes görmez herkes bilmez ama ben görürüm ben bilirim. Nereden mi bilirim? Çünkü her ilmekte babam gizlidir benim. Ne zaman bir çocuk görsem elleri babasınınkilere kenetlenmiş, yüreğim kamaşıverir en ince yerinden çünkü onu hatırlarım, babamı hatırlar ona giderim en onlu günlere giderim. Daha gün aydınlanmamışken elimden tutup karanlık sokak aralarından atölyesine götürüşüne giderim.

3 Şubat 2018 Cumartesi

Yazık, çok yazık... -Delikadir-

-Ben, benden daha önemliyim.

Kıpkırmızı vosvosumu mavi renkli binanın önüne park ettim. Umarım şikayet eden olmaz. Aslında girişi tam da kapatmıyorum. Ama napayım? Bu Bahçelievler’de araba park edecek yer bulmak ölüm gibi bir şey. Bide vosvosumu öyle her yere park edemiyorum, güvenli olması lazım. İrem’le kahve içmek istediğimizde gittiğimiz Kahve Dünyası’na doğru yürüdüm. Kafeye girdiğimde her zaman oturduğumuz masanın boş olduğunu gördüm. Çantamdan sigaramı, telefonumu çıkarttım. Fazla beklemeyeceğimi anladım çünkü kafamı kaldırdığımda İrem’in kapıdan içeri girdiğini gördüm. “Merhaba Beyhancığım. Çok beklettim mi? Özür dilerim. Yağmur yağıyor ya, otobüsler çok dolu bide trafik felaketti. Sipariş vermedin değil mi? İyi iyi, beraber söyleriz.” İrem genelde böyle yapardı. Soru sorduğunda kendisi cevaplar daha sonra kendisi sonuçlandırırdı. “Yok tatlım, yeni geldim ben de. Şimdi oturdum.”
İrem’le birinci sınıftan beri arkadaşız ve iyi anlaşırız. Sınavlarda falan yardımcı olur, severim onu. Okulu %75 bursla kazanmış. Bence Başkent Üniversitesinin Türkçe Öğretmenliğindeki en zeki öğrencisidir.
Burayı keşfettiğimizden beri; burada buluşur, kahve içeriz, dertleşiriz. Ama bu sefer güzel bir olay için davet ettim.
Garson çocuk, menüyü bırakmak için masamıza geldiğinde işe yeni başladığını anladık ve İrem’le aynı anda birbirimize bakarak gülümsedik. Çünkü sınıf arkadaşımız olan Kadir ve diğer garsonlar, buraya kahve içmeye geldiğimizi ve ne içtiğimizi bildiğinden menüyü getirmeden direkt kahveleri getirirler.
İsimliğinde -Burak- yazan garsona siparişi verdikten sonra İrem’e döndüm, “Adının, berrak ve temiz anlamına geldiğini biliyor mudur acaba? Adının anlamı gibi yaşıyor mudur acaba?” dedim. İrem, gülümseyerek, “Şu isim takıntından vazgeçmeyeceksin değil mi?” Garsonun arkasından bakakaldım, gözüm daldı. “Dayanamıyorum bebeğim. Ama çok keyif alıyorum bu durumdan.”
İrem’le dersler ve notlar gibi sıkıcı şeylerden konuşurken kahveler geldi. “Ohh, kahveler de geldi. Dur şu sigarayı da yakayım sana neler anlatacağım,” dedim. “Al benim sigaramdan iç,” diye sigara paketini uzattı. İrem düzenli olarak sigara içen birisiydi, ben sadece kahvenin yanında içerim. Daha o kadar tiryaki olamadım. “Yok canım, sen Camel içiyorsun, ağır geliyor. Marlboro daha hafif. Hem mentollü. Teşekkür ederim.” – “Tamam tatlım sen bilirsin.” Sigaramı da yaktıktan sonra anlatmaya başladım, “Geçen hafta Olgun bana Kızılay’da Olgunlar Sokak’ın orada evlilik teklifi etmişti, biliyorsun. Salak şey, aklınca kelime oyunu yapmaya çalıştı galiba. Ben daha bunun heyecanını atlatmaya çalışıyordum ki dün gece beni eve bırakırken, ‘Ailelerimiz tanışsın istiyorum. Güzel bir yemek ayarlayacağım,’ dedi. Düşünsene ailemle tanışacak. Evet tatlım. Yemekte evlilik kararımızı açıklayacağız. Büyük ihtimalle yaza da düğün olur. Haklısın; okul bitince, bu yaz planlarımız vardı, yurt dışına çıkacaktık, evet. Ama ne yapalım, eğer evlenirsem ben de artık Olgun’la gerçekleştiririm planlarımı. Kusura bakma canım. Sen de birisini bulursan onla gidersin veya beraber gideriz. Daha güzel olur. Aman boşver tatili, planları. Gerçekten evleneceğim galiba. Çok heyecanlıyım. Gelinliğim nasıl olacak, saçımı nasıl yaptıracağım, düğün nerede olacak falan derken sınavları geçemez, derslerden kalırsam benim için sıkıntı olur. Sen bu dönem bana biraz daha fazla yardımcı olursun değil mi? Sen kıyamazsın arkadaşına, yardım edersin bana. Neyse böyle işte bendeki havadisler. Sen neler yapıyorsun? Bütünlemeler mi? Aman boşver şimdi sınavları. Sence tanışma yemeğinde ne giymeliyim? Cadde üzerinde bir mağazada siyah bir kıyafet gördüm. Çok güzeldi. Kahveler bitince bakmaya gidelim mi? İşin mi var? Ne yapacaksın kütüphanede? Kime söz verdin ki? Sınıftan mıydı o çocuk? Yalan söylesen. İşim var desen olmaz mı? Tamam tamam hadi git dersini çalış. Bitmedi senin de şu derslerin. Ben öderim canım hesabı. İki kahve değil mi sanki. Hadi sen git geç kalma dersine.”
İrem de yangından mal kaçırır gibi gitti. En önemli günümde giyeceğim kıyafet konusunda yardıma ihtiyacım olduğunu bile bile gitti. Acaba tatil planımızı, hatta mezuniyet planımızı bozduğum için mi darıldı? Ama ne yapayım? Evleneceğim. Onunla mı gidecektim tatile? Neyse şu hesabı ödeyim de biraz kıyafet bakınayım. Yalnız başıma. Ya da annemi arayım, o gelir bana yardımcı olmaya.

“Bu insanlar da ne kadar bencil. Ben evlilik diyorum, tanışma yemeği diyorum, arkadaşımdan yardım beklerken o sınıftan bir çocukla ders çalışacağım diye kütüphaneye gidiyor.”


-Kazanmak için her yol mubahtır.

Otoparkta yine yer yok. Mecbur arka sokağa park edeceğim. Kaç kere söyledim bizim çocuklara, “Şuraya duba koyun, başkası park etmesin” diye. Yok arkadaş, kafaları basmıyor ki. Üniversite öğrencileri dedik ama boşa okuyorlar. Ben okusaydım bunlardan daha iyi yerlerde olurdum.
 Neyse ki arkadaşımın mekanının otoparkı genelde sakin oluyor da oraya park edebilirim. Hava baya yağışlı ama çok şükür hemen gelebildim kafeye. Ön bahçede baya müşteri var, arka taraf ne alemde acaba. “Kolay gelsin aslanım,” diye selam verdim ön bahçedeki garson çocuğa. Efendi çocukmuş, “Teşekkür ederim efendim, hoş geldiniz” diye karşılık verdi. Sevdim. Yeni aldığımız garson olsa gerek. Şimdi hatırladım. Burak’tı bu çocuğun adı. Gazi Üniversitesinde Tıp okuyor. Eğer üniversite sınavına girseydim ben de Tıp Fakültesini kazanırdım. Arka bahçeye doğru yürüdüm. Ohoo, arka bahçe de dolu. Bugün işler iyi demek ki.

31 Ocak 2018 Çarşamba

Kafe -Kısa Film Köşemiz-


Bu haftaki kısa filmimiz, 2010 yılında "Atom Film" tarafından yapılan, yönetmenliğini Tufan Şimşekcan'ın yaptığı, Şevval Sam, Ruhi Sarı ve Natali Yares'in oynadığı ve birçok festivale katılan - Kafe - filmidir.




İzlerken Kısa Film tadını sonuna kadar alabileceğiniz, başarılı ve etkileyici bir film.







 İyi seyirler Sayın Okur...


17 Ocak 2018 Çarşamba

Uyumak İçin Hayal Kurmak ve Hayal Kurmak İçin Uyumak -Delikadir-

Hayal’in kelime anlamı Türkçe sözlüklerde karşımıza, “Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, imge” diye çıkar. Hayal kurmak; dünyada ücret ödemeden yapabileceğimiz, kimseye hesap vermeden ve kolayca gerçekleştirebileceğimiz nadir eylemlerden birisidir.

Belki de insanın kendini en özgür hissettiği zamanlar diyebiliriz. İnsan kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda aklının sınırlarını zorlayarak mutlu olacağı şeyler düşünür. Koskocaman dünyada; kendini bir şeylerden bağımsız, kısıtlanmamış fikirler eşliğinde özgürlük ülkesinde yaşıyormuş gibi hisseder. Bütün bu özgürlük kavramlarına aç olduğu için önce hayal kapısına ulaşır ve daha sonra her fırsatta hayal kurma eylemine başvurur.

7 Ocak 2018 Pazar

Güzel Günleri Görememek -Delikadir-

-Parayı Bir Din Sayanlar.

Gözüm hep dikiz aynasındaydı. Boş koltuk dolsa da gitsek diye bekliyordum. Allahtan oğlan liseden sonra okumak istemedi de otobüsümüzde muavinlik yapıyor. Birkaç ev ve bir otobüs sahibiyim diye hem şoföre hem muavine para kaptıracak değildim ya. Hem önümüzdeki yaz giriş kattaki daire satılacakmış. Onu da almalıyım. O yüzden para kazanmamız lazım. Evet! Son yolcu da geldi. Otobüsün müdavim yolcusu, Umran. Çaprazımızdaki binada oturur, her sabah aynı saate otobüse biner işe gider. Ağzında sakızıyla gülerek selam verdi, “Günaydın Talat abi. Kolay gelsin” dedi. “Günaydın kızım. Sana da iyi yolculuklar. Bak kaç kişiyi senin için beklettim” diye kandırarak karşılık verdim.
Galiba haftanın son günü olduğu için yollar sakin ve yolcu da pek yok. O yüzden yavaş yavaş gidiyorum. Giriş kattaki evi almam lazım. Normalde 520 otobüsü iyi iş yapardı. Güzel para kazanırdık. Harikalar Diyarı durağına kadar dört yolcu alabildik. Bu arada arkadan yüksek sesli konuşan birisi duyuluyordu ama hiç şüphe etmeden Umran olduğunu anladım. Hemen oğlana seslendim, “Oğlum şu Umran ablana bir ses et. Yolcular rahatsız olacak.” Oğlan bir şeyler diyordu, kaş göz işareti falan yaptı da sonunda kapattı telefonu. Bir anda oğlan kalkıp yanıma geldi, “Baba, alt komşu kirayı yine vermedi de mi?” İşler zaten kötü gidiyordu bide oğlan aklıma bir kurt daha düşürdü. “Yok oğlum. Adama ulaşamıyorum ki. Anan dedi, karısı terk edip gitmiş. Hayır kadın da haklı. Sen işten neden çıkarsın ki? İşten çıktı eve köye girmez oldu. Artık hangi pavyonda hangi kahvede takılıyorsa... Kaç gündür geceleri camda bekliyorum gelen giden yok.” Benim oğlan da baya sinirlenmişti, “Baba izin ver bulayım döveyim adamı. Arkadaşlarla gider buluruz. Bir güzel döveyim aklı başına gelsin.” Oğlumun böyle, babasının parasını düşünmesi beni mutlu etti tabii. “Oğlum adamı dövsek ne işe yarayacak. Bize kira lazım. Para lazım. Zaten daha fazla gelmezse polis çağırıp eşyalarını sokağa atacağım. O eve başka kiracı bulurum. Hadi sen geç yerine bak durakta yolcu var. Binen olur şimdi.” Bir anda duracak ışığı da yandı. Hem ön hem arka kapıyı açtım. Aynadan kontrol ediyordum. Arka kapıdan bir kişi indi. Bir anda gözüme Umran takıldı. Kulağında telefon yine bağıra bağıra konuşarak ön kapıdan iniyordu. Otobüse binecek yolcular biraz söylendiler. Hatta ilk binen, takım elbiseli elinde çantası olan bıyıklarını yukarı burmuş gençten bir oğlan, baya bir şey söyledi ama anlamadım. Umran adına ben özür diledim binen yolculardan. Bu Umran da iyi, hoş bir kız ama biraz hödük. Galiba bu yüzden evde kalmıştı. Kim evlenirdi ki böyle bir kızla. Neyse Umran çok da umurumda değildi. Kiracıyı ne yapacağım ben? Paramı nasıl alacağım? Sarhoş herif nerede sızdıysa eve de gelmiyor kaç gündür. Karısıyla çocuğuna yazık, sonunda kaçıp kurtuldular. Allahtan diğer kiracılar böyle değildi de onlar zamanında veriyorlardı kiralarını. Otobüs de baya para getiriyordu. Binada kalan son iki daireyi de almalıyım. Bütün bina benim olmalıydı. Yoksa rahat uyku bana haram.
Bu hayatta hep çok çalıştım. Kazandıklarımın hepsi bileğimin hakkıyla. Babamdan sadece bir tane ev kaldı bana, o da şimdi oturduğumuz ev. Ha bir de otobüs var işte. Ama zamanında çok ucuza almış. Sonralarda para etti. Gerisini çalışarak aldım. Hep mantıklı davrandım. Tek çocuk yaptım. Masrafı yok derdi yok. Hem otobüste çalışıyor, paramız bizde kalıyor. Paramızı da kolluyor, çarçur etmiyor. Yenimahalle köprüsünü geçiyoruz, ayakta üç yolcu var. Yine de iyidir. Dikiz aynasından oğlana bakarak, “La oğlum, unutturma bu akşam kar lastiklerini taktıralım. Polis görecek de ceza yazacak diye çok korkuyorum” dedim. “Tamam baba. Hatırlatırım.” Kış mevsimini sevmiyordum. Özellikle Ocak Ayını. Otobüs sürekli masraf çıkarıyor.
Oofff ulan oofff! Birisi kirayı getirmez, birisi sürekli masraf çıkartır. Bitmiyordu derdim tasam.


-Beyaz Atlı Prense İnananlar.

Dolabımın karşısında yaklaşık yarım saat vakit harcadığımı anlayınca otobüsü kaçıracağımı, daha doğrusu işe geç kalacağımı hatırladım. Hemen kırmızı, çiçekli elbisemi aldım dolaptan. Hızlı bir şekilde giyinip hazırlandım. Kıyafet seçimimi gece yatmadan yapsam belki daha fazla uyuma ihtimalim olurdu. Ama geceden sabaha kadar fikrim değişiyordu, o yüzden onu da yapamazdım. Aynayla fazlasıyla konuştum. Artık gitme zamanı. İnşallah Talat abi vardır, otobüs dolana kadar bekliyor hiç değilse. Ahh, acaba dünkü yakışıklı adam yine otobüse biner mi? O da kesin benden etkilendi. Gencecik, dünyalar güzeli kızım. Hem işim de var. Tam evlenilecek kızım işte. Benden iyisini mi bulacak? Aha da Talat abi. Vallahi dualarım kabul oldu. Otobüse yetiştim. İnşallah diğer duam da kabul olur. Şu naneli sakızı çiğneyeyim de ağzım falan kokmasın sonra. “Günaydın Talat abi kolay gelsin” dedim.  O da bana gülerek, “Günaydın kızım. Sana da iyi yolculuklar. Bak kaç kişiyi senin için beklettim.” Sanki bilmiyorum seni, cimri herif. Tüm mahalle biliyor ne kadar paragöz olduğunu. “Gencay, şuradan bir tam alsana ablacığım.” Bu çocuğa da abla demek zorundayım çünkü bazen sapık sapık baktığını hissediyorum. “Tamam Ümran abla. Al paranın üstünü” dedi. “Ümran değil ablacım. Umran. U ile yazılıyor. Sabah sabah sinir etme insanı.” Gülerek, “Tamam be Umran abla. Hemen de kızıyorsun” dedi. Bu sapık genç ile daha fazla muhatap olmadan kalan boş koltuğa oturdum.