Başucundaki çalar saat çalmaya başlayınca Acar, önce
saatin üstündeki düğmeye basıp zil sesini susturdu ve sabahın daha ilk saatleri
olduğunu fark etti. Oda karanlıktı, güneş daha doğmamıştı. Bugün yeni işinde
ilk günü olduğu için heyecanlı bir şekilde yataktan çıkıp önce odasının ışığını
yaktı, olduğu yerde gerindi. Sonra ışığını kapatıp koridora çıktı tuvalete
gidene kadar ışığı açmadan -annesini erkenden uyandırmamak için- duvara elini
sürterek ezberlediği tuvalet kapısına ulaştı. İnsanın doğasında olan günün ilk
tuvaletini yaptıktan sonra banyoda elini yüzünü yıkayıp tekrar odasına geçti.
Işığı tekrar açtı, giysi dolabından gece uyumadan önce belirlediği elbiseyi
giyip, dolabın kapısındaki aynada saçını taradıktan sonra babasının aldığı
tokayı saçına takıp hazırlandı. Çantasına eski bir pantolon, gömlek ve işçi
tulumu koydu. Tam odadan çıkarken kapının arkasındaki askılıkta asılı duran
babasının kasketini gördü ve onu da çantasının içine attı.
Odasından mutfağa doğru sessiz bir şekilde yürüdü.
Hızlı bir şekilde hem kendisine hem de annesine kahvaltı hazırladı. Nasıl olsa
o da en geç yarım saate kalkıp işe gitmek için hazırlanacaktı, hiç değilse
uyandığında kahvaltı hazır olmuş olurdu. İlk günden işe geç kalmamak için
hızlıca kahvaltısını yaparken annesi odasından çıkıp koridorda göründü. Ay gibi
parlayan o nur yüzüyle kızına doğru yaklaşan Demet:
- Ooo… Kızım, günaydın. Uyanmış, hazırlanmış
bir de kahvaltı yapıyorsun, dedi. Bu ne çalışma hevesidir böyle.
- Günaydın canım anneciğim. Yine ay gibi
parlıyorsun, ne varmış da babama çekmişim sana çekseymişim ya, dedi. İlk günden
geç kalmayım diye hızlıca hazırlandım, sana da kahvaltılık bir şey hazırladım.
Birazdan çıkarım ben.
- Sen benden daha güzelsin be, arada bir
aynaya bakarsan görürsün. Teşekkür ederim kızım, işe gidince telefon
numaralarını da not almayı unutma akşam bana verirsin. Ben de defterime yazayım
ne olur ne olmaz…
- Tamam anneciğim gidince numarayı alırım
merak etme, dedi hızlıca ağzına bir şeyler tıkıştırmaya çalışan Acar.
Annesi mutfak kapısına yaslanmış yüzünde gülümsemeyle,
koşuşturmaca içinde olan dünyalar güzeli kızını izliyordu. Sonra bir anda
tedirgin bir şekilde kızını uyarmaya başladı.
- Kızım sıkı giyindin değil mi bak sabahları
çok soğuk oluyor, dedi. Orada da dikkat et kendini koru, kimseye ezdirme
kendini, eğer anlaşamazsanız çık gel, başka iş bakarız. Ben de hazırlanayım
şimdi, hadi sana iyi çalışmalar kolay gelsin canım kızım, deyip yanaklarından
öpüp tuvalete doğru gitti.
Acar’ın annesine bir şeyler demeye vakti yoktu çünkü
saatte bir geçen otobüsü kaçırmamak için hemen üstüne bir hırka alıp çantasını
da sırtına takıp evden çıktı.
Binadan dışarı adım atar atmaz sabahın o soğuk
havasını yüzünde hissetti. Bir an ürperdi ve hızlı hızlı yan sokaktaki yokuştan
yukarı yürüyerek durağa gitti. Durağa gittiğinde cama asılı olan otobüs
saatlerine baktı sonra kolundaki saate baktığında üç dakika sonra otobüsün
geleceğini gördü ve sevindi. Otobüs gelene kadar babasını düşündü, cezaevindeydi
ama kızının işe başlamasına çok sevinmişti. Kızı için hapse girmişti. Acar da
hafta sonu olsun ve görüşüne gidip her şeyi anlatayım diye günleri sayıyordu. O
sırada otobüs geldi. Cüzdanından, büfede satılan otobüs kartını çıkartıp
arkasındaki yazılara baktı ve daha sekiz binme hakkı olduğunu gördü. Kartı
kapının hemen yanındaki büyük yeşil kutunun içine doğru itti ve kart makinenin
içine girip tekrar çıktığında kartı aldı ve şoföre selam verdi.
- Günaydın şoför abi. Kolay gelsin, dedi.
Şoför daha uykusunu alamamış bir haldeyken genç kızın
ona selam vermesine şaşırdı ve aynı şekilde selamına karşılık verdi.
- Günaydın. Hayırlı günler, dedi.
Acar otobüsün arkasına doğru yürüdü ve cam kenarındaki
koltuğa oturdu. Deri koltuklar sabahın bu saatinde çok soğuk oluyordu.
Çantasını bacaklarının arasına alıp biraz ısınırım diye ellerini bacaklarının
arasına sıkıştırdı. Elbisesi uzun olduğu için rahatça oturuyordu. Camdan
dışarıyı seyrederek derin düşüncelere dalmıştı. Kafasında yaşadığı ülkeyle,
şehirle hatta ilçeyle ve toplumla ilgili yanıt alamadığı sorular vardı. Bu
sorulara yanıt bulmaya dalmışken babasının tarif ettiği durağa yaklaştığını
görüp kapıya doğru gitti ve durakta otobüsten indi. İşe başlayacağı atölyeye
kadar yürüdü, Kostüm Sanayi Sitesi’nde bu saatte bir kadın görmeye alışık olmayan
işçiler dükkanların kapısından Acar’a bakıyordu. Acar sora sora işe başlayacağı
atölyeyi buldu, kapısı açıktı, hemen içeri girdi. Atölyede çalışmaya başlamak
üzere olan üç işçi ve bir çırak Acar’ı görür görmez meraklı gözlerle ona
baktılar. Acar hemen çırağın yanına gitti.
- Kardeş merhaba, dedi. Mustafa Bey burada
mı? Onunla görüşecektim.
Çırak ağzı bir karış açık onu dinliyordu. Hafiften
kekeleyerek cevap verdi.
- Merhaba abla. Mustafa Abi’yi diyorsun
galiba. Üst katta, ofiste. Merdivenler şurada, dedi.
Acar güler yüzle teşekkür edip merdivenlere doğru
yürürken, sanayi ağzı, diye düşündü. Küçücük çırak bile patrona “abi” diye
hitap ediyordu. Sanayide ve atölyede herkesin ağzı açık ona bakacağına
hazırlıklıydı, babası çok önceden anlatmış, neler yaşayacağını söylemişti.
Ofisin kapısını tıklatıp Mustafa Bey’in girin dediğini duyunca kapıyı açıp
içeri girdi.
- Mustafa Bey merhaba. Beni Mehmet Ali Bey
gönderdi, size önceden haber vermiş olması lazım. Ben işe başlayacaktım bugün,
dedi.
Mustafa Bey’in gözleri fal taşı gibi açılmış,
karşısındaki elbiseli, saçları taranmış, beyaz tenli kadına bakıyordu.
- Kızım Mehmet Ali bana söyledi de Acar diye
bir genç dedi. Ben ne bileyim kız olacağını. Sen nasıl çalışacaksın? Ne işin
var senin burada? Sabahın köründe kalkmış gelmişsin bir de. Git evine yat kızım
burada senin yapabileceğin bir iş yok, dedi. Mehmet Ali de bizle eğleniyor
galiba.
Acar kendisinden emin, dik duruşuyla kendini anlatmaya
başladı.
- Mustafa Bey, dışarıdan kültürlü ve
bilinçli biri gibi duruyorsunuz ama galiba düşünceleriniz öyle değil. Yıl olmuş
1998, yani dünyada kadınlar ne işlerde çalışıyor ve siz hala ne diyorsunuz. Ben
meslek lisesinde torna bölümünde okudum, atölyede staj yaptım, buradan önce 2
yıl da çalıştım. Merak etmeyin bir torna ustası kadar olamasam da usta olmama
az kaldı diyebilirim. Sanayide işçiler geri kafalı olabilir de patronların
gelişmiş insanlar olduğunu düşünürdüm, şaşırttınız beni.
Acar, işe başlamadan babasından aldığı tüyolar
sayesinde patronlara ne diyeceğini ve onları nasıl ikna edeceğini öğrenmişti ve
onları uyguluyordu. Mustafa Bey bir an Acar’ın bu çıkışına karşılık olduğu
yerde toparlanıp daha sakin konuşmaya başladı.
- Yok canım, tabii ki geri kafalı değilim
ama böyle çıtı pıtı bir kız gibi durunca ne bileyim. Yoksa ben de kadınların
çalışmasından yanayımdır, beni işçilerle bir tutma, dedi. Demek daha öncesinden
deneyimin var. Peki bir kız çocuğu niye meslek lisesine gidip torna öğrenir ki?
- Babam torna ustasıydı Mustafa Bey. O benim
torna ustası olmamı çok istedi ve meslek lisesine yazdırdı. Bir yandan da bana
işi öğretiyordu. O yüzden işe hakimim, hiç şüpheniz olmasın.
Mustafa Bey meraklı gözlerle kendinden bu kadar emin
bir kızla konuşmak istiyordu ama tedirgindi.
- Ee, baban çalışmıyor mu artık? Helal olsun
vallahi, kız çocuğunu bu mesleğe yönlendirmek yürek ister.
- Yok çalışmıyor, cezaevinde kendisi.
Mustafa Bey bunu duyar duymaz bir anda yerinde
kımıldadı ve tedirgin bir sesle sordu.
- Niye cezaevinde baban?
Acar kendisinden emin, başı dik bir şekilde yavaş
yavaş konuştu.
- İlk girdiğim iş yerimde patron bana
sarkıntılık etti, dedi. Para karşılığında onunla dost hayatı yaşamamı istedi.
Ben de bunları babama anlatıp işten ayrıldığımı söyledim. Babam dayanamayıp
atölyeye gidip bütün makineleri parçaladı, yerle bir etti. Sonra o adam
babamdan şikayetçi olmuş ve babam da hapse girdi, üç sene sonra çıkacak.
Mustafa Bey iyice tedirgin olmaya başlamıştı ama
kendisine böyle güvenen ve işten anlayan birini geri çeviremezdi. Aşağıdaki üç
usta bile böyle kendilerine güvenerek çalışmıyorlardı. Bir süre daha konuştular
sonra işe başlamasını fakat bu kıyafet konusunda ne yapacağını sorduğunda, Acar
yanında kıyafet getirdiğini söyledi ve üstünü nerede değiştirebileceğini sordu.
Mustafa Bey ancak ofiste üstünü değiştirebileceğini söyleyip, ofisten çıkıp
aşağı atölyeye indi. Ustalarla konuşup durumu anlattı. Köşedeki torna
makinesinde çalışacaktı, ona yardımcı olmalarını söyledi.
Acar kıyafetlerini değiştirmiş, saçlarını da toplayıp
kafasına taktığı kasketin içine sıkıştırmış bir biçimde atölyeye indi.
Ustalarla tek tek tanıştı, Yaşlı olan Mürsel’di, kel olan Mesut, zayıf ve uzun
boylu olan ise Hasan Usta’ydı. Çırağın adı ise Samet’ti. Çırak onu çok
sevmişti, sürekli gülerek onu izliyordu. Hasan Usta ona atölyeyi gösterdi ve
çalışacağı parçaların özelliklerini, ölçülerini anlattı. Acar gönül
rahatlığıyla işe başlamıştı. Kafasını kaldırıp karşı duvardaki saate baktığında
08:25 olduğunu gördü.
Acar, bu işe girmeden önce babasıyla bir ay boyunca
konuşup işe girdiğinde karşılaşacağı zorlukları öğrendi. Babası harfi harfine
ne yapması gerektiğini, bu zorluklarla nasıl başa çıkacağını ona anlattı. Her
hafta sonu görüşe gidip babasına neler yaşadığını, neler yaptığını anlatacaktı.
Babasıyla ne konuştuğunu hatırlamaya çalışırken Mesut Usta’nın sesini duydu.
- Acar! Acar! Haydi! Öğle paydosu. Yemek
yiyeceğiz. Bırak işi de gel haydi.
Acar da kendisini yorgun hissediyordu. Her ne kadar
deneyimli olsa da torna başlığına malzeme takıp sökmesi ve malzemelerin ağır
olması onu yormuştu. Hemen tuvalete gidip elini yüzünü yıkamak, tuvaletini
yapmak istedi.
- Mesut Usta, kadınlar tuvaleti nerede
acaba, diye sordu.
- Bir tane tuvalet var vallahi kızım, diye
şaşırarak ne yapacağını bilemeden cevap verdi Mesut.
Acar kaşlarını çattı ama içinden gülüyordu. Çünkü
babası böyle bir şeyle karşılaşacağını ve ilk hedeflerinin atölyede kadınlar
tuvaleti ve kadınlar için soyunma odası yaptırmak olacağını söylemişti. Tabii
bu istekte bulunmak için epey bir zaman geçmesi gerekiyordu. Acar sinirlenmiş
gibi yaparak o pis tuvalete girdi ve elini yüzünü yıkayıp yemek yedikleri odaya
gitti. Yemek sırasında düzenli bir şekilde Acar’a sorular soruluyordu. Neden bu
mesleği seçti? Babası, annesi ne iş yapıyordu? Sabah kalkıp gelmek zor olmuyor
muydu? Gidip yatsa daha iyi değil miydi? Elinin hamuruyla burada ne işi vardı?
Evlenince kocası çalışıp ona bakardı zaten. Babası niye hapse girmişti? Ne
zaman çıkacaktı? Oysa Acar bu soruların hepsini bir yandan yemek yiyerek bir
yandan da gülümseyerek güzel bir şekilde, sakince cevaplıyordu. Yemekten sonra
Samet herkese çay doldurunca Acar diğer ustalar gibi tulumundan sigarasını
çıkarıp yakınca herkesin meraklı bakışlarına ve sorularına yeniden maruz kaldı.
Kız kısmısı sigara mı içerdi? Ayıp değil miydi? Anası babası biliyor muydu?
Birileri görse ne derdi? Adı kötü kadına çıkardı falan filan. Acar yine kendine
güvenerek bütün sorulara güzelce cevap verdi.
Yemekten sonra tekrar işe döndüler ve akşam 18:30’a
kadar çalıştılar. Mesai saati bittiğinde Acar ofise çıkıp, Mustafa Bey’den
dışarı çıkmasını rica edip üstünü değiştirdi. Tekrardan sabahki haline dönüp,
herkese selam verdikten sonra otobüs durağına yürüdü. Adı gibi emindi patronun
ustaları çağırıp kendisinin nasıl çalıştığını soracağına ama yine adı gibi
emindi herkesin iyi şeyler söyleyeceğine. Çünkü güzel çalışmıştı, işini hiç
aksatmamıştı.
Eve geldiğinde annesi çoktan yemeği hazırlamış,
sofrayı kurmuştu. Acar annesine selam verdi, ayaküstü ilk iş gününün nasıl
olduğunu konuştular sonra hemen banyoya girdi, yıkanıp temizlendi. Banyodan
çıkıp üstünü giyip mutfağa gitti ve anne kız baş başa akşam yemeği yemeye
başladılar. Annesi ilk olarak telefon numarasını sordu.
- Aldın mı kızım telefon numarasını?
Acar telefon numarasını almayı unutmamıştı. Akşam
işten çıkarken istemişti.
- Aldım anneciğim, dedi. Defterde yazıyor,
yemekten sonra veririm sana.
- Tamam kızım, deftere yazayım da ne olur ne
olmaz sana ulaşmam gerekirse ararım orayı, dedi.
Yemek yerken uzun uzun sohbet ettiler. Atölyenin nasıl
olduğunu, patronun, ustaların nasıl insanlar olduğunu, öğlen ne yediklerini,
nasıl gidip geldiğini konuştular. Günler günleri bu şekilde kovaladı. Her sabah
aynı koşturmacalar, iş yerinde aynı çalışmalar ve Acar’ın babasının planına
uyarak her gün kadınlar tuvaletinin ve soyunma odasının olmamasından şikâyet
etmesi, akşam yemeğinde anne kız baş başa sohbet etmeleri ve sonrasında
babasının söylediği kitapları okumasıyla gün bitiyordu.
Cumhuriyetçi ve devrimci bir babaya sahip olmasının da
etkisiyle sürekli kitap okurdu Acar. Babası eve hiç televizyon almamıştı,
evdeki iletişimi bitireceğini düşünerek o aletin eve girmesini istemiyordu. Evin
her yerinde kitaplıklar vardı. Her akşam yemekten sonra çay içerken sohbet
edilir sonrasında kitaplar okunurdu. Sonrasında bir fikir üzerine tartışma olur
veya babası, karısına ve kızına kısa tiyatrolar yapardı. Kendini bildi bileli
evde böyle yaşarlardı. Bu durumdan hiç şikayetçi olmadı. Babası torna ustası,
annesi bir restoranda aşçı olmasına karşın çok okumuş ve çok bilgili bir aileye
sahipti. Babasının yönlendirmesiyle meslek lisesine gidip torna bölümünde
okudu. Babası onun hep bir torna ustası olmasını istiyordu.
Acar, hafta sonu gelsin de olanları babama anlatayım,
diye bir hevesle beklerken sonunda pazar günü çıkagelmişti. Cezaevinin görüş
salonunda babasıyla buluştuklarında her zamanki gibi sımsıkı sarıldı ona.
Masaya oturduklarında annesiyle konuşmasına fırsat vermeden her şeyi anlatmaya
başladı:
-Baba işe başladım. Dediğin gibi oldu ilk
başta işe almak istemediler ama söylediklerini adama söyleyince işe almak
zorunda kaldı. Ustalar da bana saygı duymaya başladılar. Kimse karışmıyor,
rahatsız etmiyor beni. Sen ne dediysen onları yapıyorum. Her gün tuvaletten ve
soyunma odasından şikâyet ediyorum, diye bir hevesle anlattı.
Babası ise gözlerinin içi parlayarak onu izliyordu ve
konuşmaya başladı:
- Aferin benim kızıma. Sen Baki’nin kızısın,
çok iyi bir torna ustası olacaksın ve seninle büyük bir devrim yapacağız. Hayalimi
seninle gerçekleştireceğim canım kızım. Sen, benim yıllardır ömür tükettiğim
sanayiye attığım ilk tohumumsun. Önce sen tutacaksın, filizleneceksin sonra
yeni tohumlar ekeceğiz. Şimdi size hiç bahsetmediğim hayalimi anlatacağım, beni
iyi dinleyin. Acar dediklerimi harfi harfine yapman gerekecek, diye anlatmaya
başladı.
Kendisinin iyi bir cumhuriyetçi ve devrimci olduğunu
hatırlattı. Farklı bir sanayi devrimi yapmak istiyordu. Kadınların da sanayi
sektöründe, atölyelerde çalışabileceğine inanıyordu. Dünyada böyle adımlar
atılıyordu da Atatürk’ün kurduğu ülkede neden buna izin verilmiyordu? Bu
devrimi ilk başta kızıyla başaracaktı sonrasında kızıyla beraber yeni tohumlar
ekecekti. Önce, yavaş yavaş kendi çalıştığı atölyede kadınlar tuvaleti ve
soyunma odası yaptırması için patronu ikna edecekti. Sonra bu durumun kendilerine
iyi bir reklam olabileceğini patronuna söyleyip patronun desteğiyle hem kadın
işçi çalıştırmalarını hem de onlara imkanlar sunmalarını haber merkezlerine ve
gazetecilere bildireceklerdi. Haberlere çıkıp aslında hem kendi reklamlarını
yapıp hem de halkın aklına ve bilinçaltına bunu yerleştireceklerdi. Bu şekilde
Acar, bir süre sesini duyurup sonrasında liseden birkaç kız arkadaşını çevre atölyelerde
işe sokmalıydı. İki yıl sonra ise Acar, Kadınların Sanayi Gücü adında bir dernek
kurmalı ve kadınları bu dernek altında toplamalıydı. Sayıyı arttırdıktan sonra
oluşan güçle üç - dört yıl sonra siyasi makamlarla konuşup kendilerine iş imkanlarının
oluşmasını sağlayacaktı. Babası sanki ince elenip sık dokunan bir banka soygunu
planı anlatır gibi, sanki kroki çizer gibi anlattı hayalini. Acar ise tüyleri
diken diken olarak dinledi babasını. Daha sonra ise babası ona “Èmile Zola’nın
Germinal” kitabını okumasının zamanı geldiğini söyledi. Kitabı okuyup,
Germinal’in ne demek olduğunu, tohumun ne anlama geldiğini, devrime nasıl
başlanıldığını ve nasıl hatalar yapıldığını, devrim uğruna gerekirse günlerce
aç kalmanın göze alındığını ve bu yolda ne kadar sabırlı olunması gerektiğini
öğrenmesini istedi. Bu yaşta öğrenip kavrayabileceği en iyi kitap olduğunu
yineledi. Acar ise babasına bunların hepsini yapacağını, sabırlı olacağını,
devrimini beraber gerçekleştireceklerini ve kitabı da en kısa zamanda
okuyacağını söyledi.