Bize Gönderin

Bize Gönderin;
Sevgili okur, eğer sen de bizimle yazdıklarını paylaşmak istersen, yazını önümüzdeki ayın 7'sine kadar -bokgibi1blog@gmail.com - mail adresine gönderebilirsin.
" Haydi dök bize kuruntularını... "

25 Aralık 2017 Pazartesi

TÜTSÜ -Çabucacık Bilgi-

Tütsü’nün kullanımı 1.yy.’a  kadar uzanır ve kaynağını dini seremonilerde kullanılmak üzere Arabistan’dan ithal edilen aromatik ağaçlardan almaktadır.


Parfüm kelimesi eski taşra Fransızcasında ki ‘perfumar’ –per, içinden, fumar- duman- kökünden gelir. Bu Orta Doğu’da tütsünün yakılmasıyla başladığına inanılan parfümeri sanatını açıklamaktadır.

19 Aralık 2017 Salı

Hotel Chevalier -Kısa Film Köşemiz-

Bu hafta ki kısa filmimiz 2007 tarihinde yayınlanan, Hotel Chevalier. Başrolde Natalie Portman ve Jason Schwartzman’ın oynadığı film, aşkın gerçek hayattaki görevinin ne olduğunu bize hatırlatıyor: Kalp kırmak ve acı vermek. Bir nevi Darjeeling Limited’in ön filmi… İyi seyirler Sayın Okur.




2007 yılında Dram tarzında yayınlanan bu kısa filmin -imdb- puanı da 7.3'tür. "Kısa bir süre içinde bu kadar başarılı bir film nasıl çekilir?" diye merak edenleri aşağıda ki videoya davet ediyoruz.

15 Aralık 2017 Cuma

Kapıcı Kadının Hatırası -Osman Erdal-

Bulutlar üşüşüyor şehrime
Karanlık bir güne doğuyorum
Kapımda, Kapıcı kadın
Sabahın köründe
Başında acık mavi eşarp
Belinde uzun etek
Parmakları göğsünde birleşmiş
Boynu yerde
Kapıcı katinin babasına ait apartuman
Bodrum katında bir dairede kalıyor kendi
İki çocuğu var, erkek
Aksama kadar mahallenin kedisini taşlıyorlar
Kocası alkolik
Konuşması hafif aksanlı
Doğunun gelinlerinden kadın, gözleri sürmeli
Çirkin bir kadın fakat emekçi
Bir daha ki kirayı hatırlatıyor bana
Tamam abla diyorum

PİPO -Çabucacık Bilgi-

Pipo içmenin tarihçesi yüzyıllar öncesine dayansa da Avrupa’da bu tarih Amerika kıtasından tütünün Avrupa’ya ulaştığı 16. Yüzyılda başlamaktadır. Amerikan yerlilerinin “Calumet” ya da “Barış Çubuğu” adını verdikleri pipolarında tütün ya da başka bitkileri ritüellerinde kullanmak amacıyla içtikleri bilinmektedir. Eski Mısır’daki arkeolojik kazılarda pipo benzeri bulgulara rastlanmış olsa da bu objelerde içilen tütünün nereden elde edildiği gizemini korumaktadır.



Tütünün Avrupa’ya gelişiyle birlikte bütün dünyada yaygın biçimde kullanımının da başladığı söylenebilir. Böylece tüm dünyada farklı materyallerden pipo üretimi de yaygınlaşmıştır. Bu materyaller, kil, tas, seramik, ağaç, cam ve lüle taşı biçiminde çeşitlilik göstermektedir. 1800’lü yıllarda Fransa’nın St.Claude bölgesinde “briar” ya da “bruyere” adi verilen “Erica Arborea” adli bitkinin kökünden pipo üretimine başlanmasıyla birlikte piponun modern tarihi de başlamış olur. Türkiye’de de bulunan Erica Arborea adli bitki, ağaç fundası, funda, süpürge tohumu ve beyaz çiçekli püren gibi isimlerle anılmaktadır. Yanmaya karsı dayanıklı oluşu ve gözenekli yapısından dolay en dayanıklı ve ideal pipo yapım malzemesi olan briar, Sahin Piponun da ürün gamında yer alan bütün pipoların ham maddesini teşkil etmektedir.


12 Aralık 2017 Salı

Leave Me! (Beni Bırak!) -Kısa Film Köşemiz-



Leave Me! (Beni Bırak!) -Kısa Film- [Türkçe Altyazı]

Açıklama: Çok sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, keşke bu başımıza gelmeseydi yanımda olsaydı dediğimiz anlar olur.
Bazende keşke ben onun yanında olsam dediğiniz zamanlar olur.
Anılara takılır kalırız, bazen bir filmde bazen bir fotoğrafta.
Yaşaması da anlatması da zordur, bunu anlatabilmek her şeyden daha zordur.
Bu zor olanı anlatan bir kısa film. Bir çok ödül alan bu kısa filmi keyifle izlemenizi öneriyoruz...




10 Aralık 2017 Pazar

Umurumda Değil -Delikadir-

Altıma işemekten korktuğum için yataktan kalkıp tuvalete gitmek zorundaydım. Saate baktım ve 05.13’ü gösteriyordu. Tuvaletten döndüğümde yatakta bir kadın vardı. Sadece omuzlarını görebildiğim için çıplak mı? Yarı çıplak mı? Bilemedim. Çok da umurumda değildi. Yatakta bana ayrılan kısımda kıvrılıp uyumaya devam ettim.

Susuzluktan ölmemek için yataktan kalktım ve masanın üstünde duran sürahiden bardağa su doldurup içtim. Tekrar yatağa döndüğümde yataktaki kadın yoktu. Acaba gece yaptıklarım ve gördüğüm şeyler rüya mıydı? Saat 14.35’di. Yatağa tekrar döndüm ve kafamı yastığa fırlattım. Gözlerim yerde ki bira şişeleriyle buluştu. Sonra kırmızı şarap şişesi ve iki şarap kadehine takıldı. Demek gece bu yatakta bir kadın vardı. Ama bu çok da umurumda değildi. Olduğum yerde kıvrılıp ellerimi bacaklarımın arasına alıp uyumaya devam ettim.

Uykumu almış bir şekilde gözlerimi açtığımda dörde çeyrek vardı. Akşam olmaya ramak kalmıştı ve bu durum işe gitmem gerektiğini hatırlatıyordu. Yedi yıldır bünyem alıştığı için, gece içtiğim alkol veya otlar baş ağrısı yapmıyordu. Uyandığımda mutlu olabileceğim tek şey bu durumdu.
Evimin tek odasından çıkıp tek salonuna geçtim. Masanın üstünde ısırılmış hamburger ve birkaç dilim pizza vardı. Karnımın açlığını bastırmak yeterdi. Dolaptan bir tane Tuborg alıp açtım. Evime televizyon almamıştım. Bir tane kocaman müzik çalarım vardı. İki kişilik koltuğuma oturmadan play tuşuna bastım ve ilk duyduğum ses, "Haydi beyler cigara" oldu. Anladım ki müzik çalarda Kırıka'nın CD’si takılıydı. Kendimi tutamadım, ayağa kalktım, şarkının ritmine uyarak bir elimde bira şişesi diğerinde hamburgerin kalan yarımını tutarak dans etmeye başladım.

Düşünmemek için beynimi sürekli uyuşturmam lazımdı. Bunu da alkol ve ot sayesinde başarıyordum. Ben 13 yıldır kendimi düşünmemeye adapte etmeye çalıştım. Sırf bunu başarmak için yetiştirme yurdunda çok dayak yedim. Dövülerek yetiştirildim. O duyduklarınız yalan değil. Kapatmayın kulaklarınızı. Kapatmayın kendinizi gerçeklere.

17 Kasım 2017 Cuma

Yalnız Bir Şiir -Osman Erdal-

Benden geriye kalan herkese selam ederek.

Yankılanıyor sesim evimin odalarında
Yalnızlık tercihen yaşanıyor şu ara
Anlamıyorum,
İnsan neden seçer yalnızlığı
Doldurabilir mi yalnızlığının içini,
Şiirler, hikayeler ve yahut evlerimizin içlerine kadar giren filmler
Dolmuyor yalnızlığımın için
Nazım sus, Turgut yeter, Edip suskun, Edip aşık
Didişmeyin yeter.
Hiç ihtimali yok odamın kapalı kapısının açılmasına
İçeriye elinde meyve tabağıyla bir kadın giremez mesela.
Çay demleyemez annem,
Yalnızlık canımın dişinde

16 Kasım 2017 Perşembe

Tozpembe~Gri~Karanlık -Delikadir

 “Okur” kelimesinin sözlükte ki karşılığı: “Okuyan kimse, okuyucu” olarak bilinir. Her insan da okur olabilir. ‘Ben kitap okurken çok sıkılıyorum. Kitap okumak bana göre değil’ gibi fikirleri katı bir şekilde reddediyorum. İnsanların okuyabileceği, kendine özgü bir eser ve tür elbet bulunur. Önemli olan kısım ise; severek, sıkılmadan, anlayarak ve benimseyerek okuyabileceği kitabı bulmak veya ona ulaşmaktır. Bu esere ulaşıp, okur olan kişi ise muhtemelen aşağıdaki evreleri yaşamak zorunda kalacaktır.

Her şeyi biliyorum. Bu evre, okur için en keyifli ve özgüvenli zaman olur. Düzenli bir şekilde okuyup, birkaç araştırma yaptıktan sonra biraz bilgi edinince tam da böyle hisseder: Her şeyi biliyorum. Dünyada sadece o bilginin var olduğu ve o bilgiye dayanarak hayatının sonunda kadar güçlü bir şekilde yaşayabileceğini düşünür. Herhangi bir edebi veya sosyo-kültürel sohbet içerisinde o kısıtlı bilgisini kullanarak kendisinin en bilgili kişi olduğunu göstermeye çalışır. Kendisinden daha bilgili birisiyle karşılaştığında ise tüm sorgu mekanizmalarını kapatıp direkt olarak o kişiyi reddeder ve varlığını yok sayar. Sahip olduğu az bilgiyle bu şekilde hayat serüvenine devam eder. Bu evrede okur için dünya: Tozpembedir.

Ne kadar biliyorum? Bu evre, okur için karmaşık ve zor bir süreç olur. Okurun düzenli kitap okuma alışkanlığı ilerlemiştir. Daha fazla ve yeni bilgi edinmeye başlar. Bu sefer her öğrendiği bilginin, önceki bilgilerinin üstünde olduğunu anlar ve kendine sormaya başlar: Ne kadar biliyorum? Bu evrede okurun özgüveni biraz daha azalır. Sürekli bilgilerini sorguladığı için karşısında ki insana karşı kendi bilgisine güvenemez. Ama yine de ufak da olsa içinde ‘ben de biliyorum’ havasını taşır. Ne kadar bildiğinden emin olamadan, karmaşıklığın içinde yaşamını sürdürür. Bu evrede okur için dünya: Gridir.

Hiçbir şey bilmiyorum. Bu evre, okur için bunalımlı ve bilgiye aç bir şekilde ilerler. Okuduğu kitapların haddi hesabı olmayan okur, kendisini sonsuz bilginin içinde bulur. Dünya üzerinde ki bilginin sonsuz ve ulaşılabilir olduğu anlar. Okuduğu kitaplardan fazlasıyla bilgi edindikten sonra kendisine şunu söyler: Hiçbir şey bilmiyorum. Artık hayatın gerçeklerini görmeye başlar. Her an her yerde yeni bilgiye ulaşmaya çabalar. Fakat, ‘ne kadar öğrenirsem öğreneyim, bilmediğim daha çok şey var’ düşüncesini aklından çıkaramaz. Okur, bu evrede; zihnini, aklını ve düşüncelerini fazlasıyla zorlar ve geliştirir. Bu yüzden okurun, kendisine ve çevresine en verimli olduğu dönem olur. Edindiği bilgiler ışığında, sonsuzluğa ulaşma çabasıyla hayatına devam eder. Bu evrede okur için dünya: Karanlıktır.

“Bir kitap okuyan her şeyi bildiğini zanneder. İkinci kitabı okuyan kuşkuya düşer. Üçüncü kitabı okuyan hiçbir şey bilmediğini anlar.”
                                                                 Frederick Pollock


18 Ekim 2017 Çarşamba

SOKAKTAYIM -Delikadir-

“Erkenden kararmış günahsız bir günün, içinde barındırdığı derin duyguyu hissedebilen bir sokak lambasıyım.” [Benfy Boodrick]

Kapı açıldı ve ikisi de salonda duran kanepeleri paylaşarak kendilerini sırt üstü attılar. Salman ve Ferdi o gün ki yaptıkları gösteride çok yorulmuşlardı. Ferdi, “Hadi taş-kâğıt-makas yapalım, kaybeden kahveleri hazırlasın. Şu an ne güzel giderdi” dedi. Kaybeden Salman oldu. Bu evin temel kurallarından biriydi: eğer bir iş yapılacaksa taş-kâğıt-makas oynanır ve kaybeden o işi kesinlikle yapardı. Salman kahveleri hazırlarken odayı muhteşem bir kahve kokusu sardı. Duvarda asılı duran Benfy Boodrick posterine bakarak ikisi de aynı anda, “Sokaktayız!” diyerek, her gösteri sonrası kendilerince saygı duruşu olarak belirledikleri sözü söylediler. Sıra günü değerlendirmeye geldi. Salman konuyu başlatan oldu, “Aylardır bu gösteriyi yapıyoruz ama her gösteri öncesinde çok heyecanlanıyorum. Seyirciler sürekli değişiyor, hatta anlık değişiyor. O yüzden oluyor galiba” dedi. Ferdi “Ulan ben meydana gidince altıma sıçacak gibi oluyorum. Bağırsaklarım ne iş yaptıklarını o an hatırlıyorlar galiba.” Salman, “Ama bugün, o küçük çocuğun hareketine iyi karşılık verdin. Oyun hiç bozulmadı. Hatta küçücük çocuğu oyunun içine soktun resmen. Çok iyi reaksiyon aldık.” Ferdi bıyık altından gülerek, “O çocuğu kardeşime çok benzettim, o yüzden oynamasını istedim. Çünkü kardeşimin de tiyatro yapmasını istiyorum.” Ferdi bardağını yanında ki sehpanın üstüne bıraktı, kanepeye uzanarak tavanı izlemeye başladı. Salman onun ne düşündüğünü çok iyi biliyordu. “Yarını düşünüyorsun de mi? Hayalimizi gerçekleştirmek için son bir gece. Acaba heyecandan bu gece uyuyabilecek miyim?” dedi Salman.

Salman ve Ferdi Bülent Ecevit Üniversitesinde Konservatuarda Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro Anasanat Dalı okuyorlardı. 3. Sınıf öğrencisi olan bu iki arkadaş ilk geldikleri sene tanışıp ev arkadaşı oldular. Salman’ın bulduğu bir kitap sayesinde iki arkadaş Sokak Tiyatrosu -Sokak Felsefesi- ile tanıştılar. Benfy Boodrick’in yazdığı “Sokakta Kendimi Buldum” adlı kitabı okuyan bu iki genç tiyatrocu iki sene Benfy’nin felsefesi üzerine çalıştılar. Kendi oyunlarını yazdıktan sonra Zonguldak’ta bulunan Valilik binasının önünde ki meydanda sokak tiyatrosu yapmaya başladılar. İlk başlarda yadırgansalar da ilerleyen zamanlarda halk onları benimsemiş oldu. Hatta birkaç hafta öncesinde gösteriyi izleyen sivil polisler izleyenler arasında ki homurdanmayı fark etmiş ve yaygara çıkaracak üç genci sessiz sedasız oradan uzaklaştırmışlardı. Galiba sanat sever polislerdi. Tabii böyle durumlardan Salman ve Ferdi’nin hiç haberi olmadı. Çünkü onlar bu durumlarla ilgilenmiyorlardı. Sadece çıkıp sanatlarını icra etmeyi kafalarına koymuşlardı. Gelecek her türlü tepkiye, etkileşime hazırdılar. Aylarca burada gösteri yaptılar. Onlar icra ettikleri sanatın bir çerçeve içerisinde kısıtlanmadan özgürce yaparak ve sokakta daha fazla insana ulaşabileceklerine inanıyorlardı. En büyük hayalleri ise Benfy Boodrick gibi yaşadıkları ülkeyi sokak sokak gezerek sanatlarını insanlara ulaştırmaktı. Bu yüzden yarın sabah, yaz tatilinin ilk gününde, bu maceraya başlayacaklar.

Aylar öncesinde, yaptıkları bir gösteriden sonra orada ki seyirciler arasından orta yaşlı bir adam gösteri sonrası yanlarına gelip, “Eğer müsaitseniz sizinle şu karşıda ki kafede birer kahve içmek, biraz sohbet etmek isterim” dedi. Gösterdiği kafe Salman ve Ferdi’nin gösterilerden önce gittikleri “Bkm Kültür Cafe” idi. Genç tiyatrocular bu nazik teklifi kabul edip kahve içmek için yol aldılar. Adamla hoş bir sohbet edip, hedeflerinden bahsettikten sonra adamdan güzel bir öneri aldılar, “Peki bu maceraya ilk olarak Vakıflı Köyü’nde başlamaya ne dersiniz?” İlk lafa atlayan Ferdi oldu, “Vakıflı Köyü neresi? Ne özelliği var ki orada başlayalım?” Adam, “Vakıflı Köyü, Hatay’da bulunan Türkiye’nin Tek Ermeni Köyü olan bir yer. İlk olarak aklınıza ırkçı bir fikir gelmesin. Çünkü sizler sanatçısınız ve böyle bir düşünce içinde olmadığınız için ve hayallerinize tamamen uygun, ilk adımı atmanız için harika bir köy. Özellikle etnik ve sanata fazlasıyla istekli bir toplum.” Salman meraklı gözlerle, “Peki Türkiye’nin Tek Ermeni Köyü ama bizim hayallerimiz için ne önemi var ki?” Adam tebessüm ederek, “Şu an Türkiye’de gidebileceğiniz birçok köy var ama bunların neredeyse hepsi aynı özellikte. Bu köyün bir farklılığı var. Hem siz de böylesine farklı bir kültürün içine gireceksiniz. Belki ilerde sahnede kullanmak için gerekli şeyleri gözlemlersiniz.” Ferdi, Salman’a bakarak “Aslında düşününce bir an mantıklı geldi” dedi. Adam devam etti, “Organik tarıma geçen ilk köy olma özelliği var. Hem o söylediğiniz ‘Paramızı köylerde çalışarak kazanıp, akşamları sanatımızı para karşılığı olmadan yapacağız’ hedefiniz için uygun bir köy. Bu hayale başlangıç için güzel bir durak. Ben gittim gördüm oraları. Gerçekten bu yaptığınız sanata ihtiyaçları var. Eminim tüm köy ahalisi büyük bir istekle karşılık verecek gösterinize” dedi. Organik tarım yapılması, insanların sanata aç olması gençlerin aklına yatmıştı. Adam bu ışığı görerek, “İnsanları çok tatlıdır. Şaşıracağınız derecede iyimser ve sevecen yaklaşırlar. Her sorununuza yardımcı olacaklardır, eminim. Yani bu fikir benim size bir önerim, aklınızda bulunsun.” Sohbet bu şekilde bir saat daha sürdü ve sonrasında kafeden ayrıldılar.

İki genç, bu adamın önerisini benimseyerek, araştırdıktan sonra ilk duraklarını Vakıflı Köyü olarak belirlediler. Yarın sabah erken saatlerde otostop çekerek Hatay’a ulaşmaya çalışacaklar. Kanepede uzun bir süre dinlenen gençler yatak odasına geçip son hazırlıklarını yaptılar. Rahat olmak için üç kişilik çadır almışlardı. Birer tane tulum, ufak yastık, ışıldak ve kıyafetlerini çantalara yerleştirdikten sonra uyuma vakti geldi. Faturaları azaltmak için 2+1 evin tek odasını kapatıp tek odada iki kişi kalıyorlardı. Aslında 1+1 eve çıkmak istediler ama bulundukları çevrede öyle bir ev yoktu o yüzden böyle yapmaya mecbur kaldılar. İkisi de yarın başlayacak maceranın hayalini kurarak güzel bir uykuya daldı.

SUSMUŞ BİR KADIN -Hexa- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

               Susmuş bir kadından korkmanız gerektiğini belki size kimse söylememiştir ya da siz hiç anlamamışsınızdır… İzninizle baylar size kendi şahsi fikrimi aktarmak isterim ve bayanlar yanlışım varsa düzeltin…
               Bir kadın neden susar sizce? Tartışmaktan korktuğu için ya da kaybetmekten korktuğu için mi? Olay o değil. Bir kadın susuyorsa kaçın oradan. Var olan bütün beklentilerinizi sıfırlayın.

18 Ağustos 2017 Cuma

Kocaman Bir Of -Osman Erdal-


Uzun metrajlı bir şiir var aklımda.
Kodları dökülüyor dudaklarımda avuçlarıma.
Samimi bir koku değil bu.
Bu şiir okutmuyor kendini.
Ayaklarım üşüyor.
Çorap giyiyorum yine üşüyor.

Şimdi içimden kocaman bir of çektim

Geçmiş soluklanıyor yanımda.
Yetişmek için çok koşmuş..
Konuşmak istiyor.
Nefes alışlarına takılıyor cümleler.
Hiçbir şey anlaşılmıyor.
Geçmiş siyah bir renk.
Geçmiş çok sisli görünmüyor.
Ayaklarım üşüyor.

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Gerek Yoktu -Hexa- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

Karşısında oturan adamın dudaklarında kaybolmak isteyen kadın, yüzündeki
tebessümü kalın bir iple asıp, yüzüne bir nefret yerleştirdi. Gözlerine bakamıyordu ve
bakmasına da gerek yoktu. Kaçırdı gözlerini. Aşık olmaya gerek yoktu, durduk yere
mevsimleri değiştirmeye, gecenin bir yarısı boğazından kan gelene kadar çığlıklar eşliğinde
ağlamaya gerek yoktu..Yanındaki çantasından sigarasını aldı ve önünde duran birasından
sağlam bir yudum.. Sonra sevgisinin iki parmağının arasında duran sigara kadar zararlı
olduğunu düşündü. Hissettiği sevgi kendisine de karşısında oturan adama da zararlıydı. Peki
ne olacak şimdi? Tüm uygunsuzluklara rağmen devam etmeye çalışmak mı, yoksa diri diri
toprak altına gömülmeden bir şeylerden vazgeçmek mi? Korkmuştu. Düşünmeyi bıraktı ve
yarıya gelen sigarasını söndürüp ayağa kalktı. Kalırsa ağlayacaktı ve adamın bunu görmesini
istemiyordu. Giderse de bir şeyler bitecekti ve bu iki seçeneği de düşünerek yavaşça uzaklaştı
masadan. Adamın şaşkınlıkla bakan gözlerini üzerinde hissedebiliyordu. Belki bir şey
söylemesini umut ediyordu o an ama adamın dudakları çivilenmiş gibiydi, tıpkı kendisinde
olduğu gibi.

Buradayım Forbes -Ahmet Akdemir-



Forbes, iki katlı olan evlerinin tavan arasındaki küçük odasında oturmaktaydı. Omuzları çelimsizce iki yana süzülmüş ve yorgun görünüyordu. İçindeki sıkıntıyı mırıldanmaya başladı:

Biliyorum sakin olmalıyım doktor, biliyorum bütün bunlar gelip geçici şeyler ama doktor beni anlamak zorundasın! Doktor, hiç kendini tokatlamak istedin mi? Son 5 yıldır her gün kendimi tokatlamak istiyorum. Rüyalarımı saymazsak tokatlama konusunda beceriksiz olduğumu söyleyebilirim. Rüyalardaki yanak kızarıklığı ise acıdan çok uzak, tatmin etmiyor beni doktor. Bazı hatalarım olmuş olabilir.
-Forbes!!
- Evet!
- Doktorun geldi, çabuk aşağıya gel!
- Doktorum mu?
- Evet.
- Hemen geliyorum!

-Ama doktorun az önce burada olduğuna yemin edebilirim… Neyse annemi kızdırmadan aşağıya ineyim yoksa beni kızgın maşa ile paralayabilir.
(Salona iner)
Hey! Doktor nerede? Anne?
- Hey Mary annem nerede?
- Annem mi?
- Evet.
- Forbes, yapma bunu bana.
- Hadi ama söylesene, annem nerede? Daha biraz önce bana seslendi, doktorumun geldiğini ve hemen aşağıya inmem gerektiğini söyledi. Bu kadar çabuk biyerlere gitmiş olamaz. Mary? Annem nerede?
- Yeter sıkıldım bu oyundan; Annem, Kanyon caddesindeki 13 nolu mezarlıkta! 
- Bu olamaz! Annem öldü mü?
Forbes oldukça sinirli ve üzgün bir ses tonuyla konuşmaya deam etti.
-Gitmeden önce sorularımı cevaplaman gerekirdi! Ben şimdi ne yapacağım?
Babam! Evet babamın yanına gidebilirim sonuçta o bana her zaman şunu söyler; “Sıkıldığını hissettiğinde mutlaka benim yanıma gel.”
Duvarda toz içinde duran saate bakarak;
-Bu saatler onun çalışma saatleri sessiz olmalıyım.
Kapıdan bir çıtırtı sesi geldi. İçeriye takım elbiseli iki kişi girdi.

15 Ağustos 2017 Salı

İlk Görüşte "Dostluk" -Delikadir-

Konser bittiğinde üçü birlikte Lemi’nin arabasıyla eve doğru gidiyorlardı. Evin önüne arabayı park ettikten sonra gecenin o saatinde hala açık olan tekel bayiden içecekleri almak için girdiler. Tekel bayi yan komşuları sayılırdı, o yüzden Elif ve Merve’yi tanıyordu. İçecekleri de aldıktan sonra eve girdiler. Lemi bu eve ilk defa giriyordu, kadınların gösterdiği koltuğa oturdu. Kadınlar odalarına geçip eşofmanlarını giyerken Lemi koltuğun önünde ki masanın üstündekileri kaldırdı ve masayı kurmaya başladı. Mutfak hemen oturduğu yerin çaprazındaydı. Mutfağa girdi dolapları tek tek karıştırarak votka için uygun bardakları bulmaya çalıştı. Votka, Schweppes-Mandarin ve bulduğu en uygun üç bardakla birlikte salon olarak kullandıkları koridora geri geldi. Masayı güzelce hazırladı. Kadınlar geldiklerinde şaşırdılar. İlk fırça Merve’den gelmişti: “Ya sen niye uğraştın? Misafirsin, otursan şurada misafir gibi.” Sanki bayrak yarışı vardı, Elif aldı bayrağı eline: “Biz hallederdik, iki dakika bekleyemedin mi şurada? Bu arada sende üstünü değiştir, yanında var mı bir şeyler? Bizimkiler sana pek olmaz gibi.” Hafif tebessümlü bir şekilde bütün fırçaları kucağında tutan, sahiplenen Lemi: “O kadar yoruldunuz bu işi de ben yapayım bari diye düşündüm. Bu arada çantamda eşofmanlarım var, müsait bir oda gösterirseniz ben değiştiririm hemen.”

Kadınlar uygun bir oda ayarladılar. Lemi hızlıca eşofmanlarını giyip gelmişti. Lemi’nin hazırladığı masanın etrafına, yere oturmuşlar, Elif bardakları -hepsini eşit ayarlayarak- dolduruyordu. Bardaklar doldu ve havaya kalktı. Neyin şerefine içeceklerini bilmiyorlardı ama bir yandan düşünüyorlardı. Merve hemen atıldı: “O gün, tanıştığımız gün ki konsere.” Hepsi aynı anıyı hatırlamış, gülerek bardakları kaldırıp açılışı yapmışlardı.

8 Ağustos 2017 Salı

Bir Moloz Yığını Arasından Çıkıp Tutunursun Hayata -Hexa- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

Bir moloz yığınının arasından çıkıp tutunursun hayata. Dersin ki “ bir daha asla sevemem. “ Ama öyle bir an gelir ki, öyle bir adam gelir ki karşına tüm dünyayı soyutlarsın. O an sadece o vardır. Sadece onu görürsün. Onu hissedersin.. Sonra gözlerini aç kapa ve her şey değişsin.
                Sonsuzluk diye bir şey yok. Yaşamanın bile bir sonu var, aşk dediğimiz duygusal saçmalığın olmayacak mı sanki ? Her şey anlık ya da her şey bir süreliğine. Geçiyor zaman. Elinle tutamazsın, o anı durduramazsın. Anlık yaşamak lazım. Bir dakika sonrasını bilmeden yıllar sonrasının planlarını kurup umutsuz vakaya dönemeye gerek yok.. Yolda yürürken öpmek mi istiyorsun onu ? Tut, çek ve öp. İnsanlar ne der diye düşünme. Kimse senden daha temiz değil..
                Her şeyi zamana bırakıyoruz ama ya zaman da bize bırakıyorsa ? Düşündün mü bunu hiç ?
                Sevgin için elinden geleni yapmıyorsan ölmelisin. Kendinden emin, dolu dolu yaşadığın tek şey bu. Ertelemek başkalarına fırsat vermektir unutma. Ne karşındakinin seni bekleyecek kadar zamanı var ne de senin duyguların ertelenecek kadar basit. Yapma, üzülürsün..
                ^^
             

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Saat Gece Yarısını Çoktan Geçmiş -Hexa- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

Saat gece yarısını çoktan geçmiş. Uykusuzluktan kızarmış gözlerimle, balkonda sigara içerken buluyorum kendimi. Ve hiç gelmeyecek bir mesajı bekliyorum. Sonra bir düşünce, bir aydınlanma geliyor. Müzikten midir bilmem ama “ değmez” diyorum, “gözünden akıttığın tek bir inciye bile değmez”. Kim benden daha önemli olabilir ki ? Ya da hayatta kim senden daha önemli olabilir ? Kedine gel çünkü O asla geri gelmeyecek.
^^^^
En güzel 20’li yaşlarmış. Büyüklerimiz hep bunu söylerler. Ve herkes 20’li yaşlarını değmeyecek bir aşka, gelmeyecek birine altın tepside sunuyor.. Kendimde dahil hayatını böyle geçiren insanlara acıyorum. Tanrı affetsin hiç değmeyecek insanlara ömrümüzden güzel zamanlarımızı harcadık..

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Bir Günlük Tatil -Delikadir-

Saate baktığında 08.27’yi gösteriyordu. Yola yeni çıkmışlardı. Beha arabayı sürerken Ada arka tarafta sabah kahvelerini hazırlıyordu. Her gün sabah yaptıkları gibi bugün de yola çıktıklarında baş başa içeceklerdi. Arabaları yeşil renkte Volkswagen T2 -halk dilinde köfteci arabası- modelinde, arka tarafını karavan gibi yaptırdıkları, yatak ve ufak bir mutfak bulunan cinsten bir arabaydı. Ada suyu ısıtmış ve iki kupa filtre kahveyi hazırlarken hayatını adadığı adama cevabını bildiği bir soruyu seslendi: “Yolculuk nereyedir kaptan?”
Yüzünde hafif tebessümle aynadan arkaya baktı Beha: “Bilmekten öte hissedilerek gidilen bir yere.”
Ada bu cevabı alacağını biliyordu çünkü Beha’nın son zamanlarda okuduğu Hakan Günday’ın AZ kitabından çok beğendiği ve çok etkilendiği bir sözdü. Son zamanlarda fazlasıyla duymuştu bu sözü. Ada kahveleri alıp, iki koltuğun arasından geçip yerine oturdu. Terliklerini çıkaran Ada, ayaklarını camdan dışarı uzattı ve kahvesini yudumladı. Beha ise onun bu hallerini çok severdi, güneş gözlüğünün üstünden ona bakarak tekrar gülümsedi. Kendilerini kahveyle birlikte arabanın içinde duyulan AnnenMayKantereit’inPocahontas şarkısına bıraktılar ve güzel bir yolculuk başladı.
Evleneli 4 yıl olmuştu. Ada üniversiteyi bitirdikten sonra yerel bir gazetede çalışmaya başlamıştı. Beha ise bir firmada mühendislik yapıyordu. İkisinin de hep hayal ettiği gibi bir evlilikleri vardı. Hafta içi çalışıyorlardı ama hafta sonu olduğunda genellikle cumartesi sabah arabalarına atlayıp bildikleri bir yere kamp yapmaya giderlerdi. Birbirlerinin ruhlarını görebiliyor, çok iyi anlaşabiliyorlardı.
İkisi de çalıştıkları yerden yıllık izinlerini aynı tarihe ayarlamış, 4 Temmuz’da yola çıkacaklardı. Her yaz yaptıkları gibi arabaya atlayıp bilmedikleri, sadece hissettikleri yolda gidiyorlardı. Geçen sene Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni keşfe çıkançift, bu sene ise Ege Bölgesi’ni seçmişlerdi. Asla otelde tatil yapmazlardı. Onlara göre tatil; otelde ki verilen avantajları kullanmak için diğer müşterilerle yarış içerisine girmektense diledikleri gibi yaşayarak, doğayı hissederek, insanlar tanıyarak ve arabayla gezerek yapmaktı. Karavan gibi kullandıkları arabayla çok güzel anıları olmuştu. Evliliklerinin ilk çılgın sevişmelerinden tutun yıl dönümü kutlamalarını burada yaşamışlardı. O araba onlar için taşınabilir bir dünyaydı.

21 Haziran 2017 Çarşamba

Sınırsızlık - ColdaTramp

Yüz milyon galaksinin arasındaki bir dış mahallede, daha küçük bir gezegende ortalama bir yıldızın etrafında dolanan gelişmiş primatlar olduğumuz gayet açık. Ama medeniyet doğduğundan beri insanlar dünya düzeninin altında yatan bir anlayış için yalvarıp durdular. Evrenin sınır koşulları hakkında çok özel bir şey olmalı. Sınır olmamasından daha özel ne olabilir? İnsan çabasında bir sınır olmamalı. Hepimiz farklıyız. Hayat ne kadar kötü görünse de her zaman yapabileceğin ve başarılı olabileceğin bir şey vardır. Nefes aldıkça umut vardır.

Profesyonel Borçlu [2. Bölüm] - Ahmet Akdemir

İş yerine gitmek için her zamanki gibi otostop çekmeyi planladı fakat zaten yeterince zaman kaybettiğini fark edip otobüse binmesi gerektiğini düşündü. Otobüs durağının yanındaki simitçiden simit almak için duraksadı.
-Simit ne kadar?
- 1 TL
-İyi ver 2 tane bakalım.
Simitçi orta yaşlarda, kel ve bıyıklı, bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de kısa boylu ve göbekli ilginç bir insandı. Gregor Hamza, her alınan şey karşılığında illa bir şey verilmesi gerekliliğine karşı bir yapıya sahip olsa da nasıl olsa bozamaz diyerek evden çıkarken aldığı borç paradan bir adet 200 TL çıkardı ve simitçiye uzattı. Simitçi parayı görünce bıyık altından sitem ederek derin bir düşünceye daldı. Bununla birlikte simitçi, göbeğini kaşıyor, yersiz ve manasız sesler çıkartıyordu. Durumundan emin olduğu halde sol elini sol cebine götürüp şöyle bir kolaçan etmeyi de ihmal etmedi.
Bu sırada Gregor Hamza, daha fazla beni oyalama, madem bozuğun yok neden satışa çıkıyorsun, her gelen müşterin fakir olup 5 TL ile alışveriş yapacak hali yok ya, yiyeceğimiz iki lokma simit bu kadar bekletilmez ki gibi şeyler ima eden yüz ifadeleri ve jestlerle simitçiyi yıldırmaya çalışıyordu. Simitçi nihayet malum bozuğu olmayan esnaf cümlesini hazırlayarak Gregor’un suratına bile bakmadan;
-Bozuk yok abi, daha sonra bırakırsın.
Gregor, kişiliğiyle alakası olmayan bir yaklaşımla ve fakat aslında tam da kişiliğine hizmet eden cümlelerle durumdan sıvışmaya çalıştı.
-Olur mu yahu, ya unutursam vermeyi. İyisi mi sen buradan al paranı ben borçlu kalmaktan hiç hoşlanmam.
- Yok abi ne borcu, unutursan da helali hoş olsun.
          

12 Mayıs 2017 Cuma

Tanrı Zar Atmaz - Aylak Bir Adam

Herkesin bir geliş nedeni vardır yeryüzüne. Kimimiz doğuştan şanslıdır, kimimiz daha doğmadan kaybetmiştir. Herkes bir gün toprak olacaktır en nihayetinde. Hiçbir şey yapmasak bile doğaya can verecek bedenlerimiz. Tanrı zar atmaz. Herkesin bir geliş nedeni var…

Profesyonel Borçlu [1. Bölüm] - Ahmet Akdemir

Gregor Hamza, bir sabah uyandığında üzerinde büyük bir ağırlık hissetti. Etrafına şöyle bir bakındıktan sonra boğazına kadar borç içinde olduğunu fark etti. Sonun da Allah belasını vermişti. Sağ tarafındaki saate doğru kafasını çevirmek istedi fakat bu neredeyse imkansızdı çünkü borç aldığı kişilerin ahı boynunu tutuyordu. Gözleriyle odayı tararken saatin aynadaki yansımasını gördü. Saat 08:00’e yaklaşıyordu. Acilen hazırlanıp işe gitmesi gerekiyordu. Henüz özelleştirilmemiş bir devlet kurumunda Bilgi İşlem Sorumlusu olarak çalışan Gregor Hamza bu işten elde ettiği maaşı horoz dövüşlerinde kaybettiği için ayın geri kalan günlerini geçirebilmek amacıyla muhtelif insanlardan irili-ufaklı, çoğu zaman irili, borçlar alıyordu.
Yataktan destek alarak doğrulmak istedi fakat ince bacakları bu yükün altında ezilircesine titremeye benzer bir takım aksiyonlar içine girdi. Tüm dirayetini toplayıp ayağa kalkan Gregor Hamza aynaya bakıp birbirine girmiş ve yağlanmış griye çalan siyah saçlarını el yordamıyla düzenledi. Yağlanan ellerini pijamasına sildi. Gregor kirin aktarımı konusunda oldukça tecrübeli bir insandı çünkü 35 yaşında olmasına rağmen henüz evlenmemişti. Dolayısıyla evini çekip çeviren kimse yoktu. Zaten yakında evi de olmayabilirdi çünkü kirayı günü geçeli 14 gün olmasına rağmen ödememişti. Aslında borç isteyebileceği birkaç kişi olsa yeni bir döngü kurup borç ödeme günlerinin süresini uzatabilirdi. Tüm bu düşüncelerden rüyadan uyanır gibi olduğu yerde titreyerek bir anda kurtuldu. Omuzları, sırtı, boynu sayılabilecek bütün vücut bölgeleri borç ile doluydu. Bütün bunlara rağmen üzerine kıyafetlerini geçirdi, kapı önündeki ayakkabılarını giyip kapıyı 2 defa kilitleyip aşağıya doğru yürümeye başladı. Üçüncü katta oturan Gregor Hamza her bir kat geçişinde daha sessiz olmaya çalışıyordu zira her kat bir borç durağı niteliğinde idi. Karşı komşusuna yakalanmadan ağır adımlarla ikinci kata inmeye çalışırken bir çıtırtı duydu hemen köşeye saklanmak istedi. Bu sırada sesin geldiği yöne baktığında yerde gözlerinden bir şey istediği apaçık ortada olan sokak kedisini fark etti. Kedi dün mamasının bir kısmını alan Gregor Hamza’ya imalı imalı bakıyor, borcunu almadan hiçbir yere gitmemek için yemin eder gibi sesler çıkarıyordu. Belki de sadece miyavlıyordu ama yine de bu tür anlamlar çıkarmak hiçte zor değildi. Elini cebine atan Gregor dünden kalan biraz köpek mamasını kediye uzatıp hızla aşağıya indi 2. Kata geldiğinde kapıyı aniden açan Necati amca ile burun buruna geldi. Burun buruna gelmişken konuya giren Necati amca;

Doğunun En Güzel Annesi - Osman Erdal

Gece sabaha eriyor
İmam hazretleri
Bir bir adımlıyor günün taşlarını
Yorgunluk sivri külah başımda
Sarayımda demleniyorum
42 yaşında
Yanık kokuları geliyor burnuma
Bombalar çocuk bedenlere ilişiyor
Koynumda doğunun en güzel kızı
Vakit her sabah kış
Her öğlen bahar
Koynumda memleketim uyuyor
Koynumda kış
Koynumda bahar
Doğuya bombalar yağıyor
İklimimize duman
Gece koynumda koca bir ay

11 Mayıs 2017 Perşembe

Tekerlekli Benzin [1. Bölüm] -Delikadir-


~1. Bölüm~


Derin Düşünür valizleri dolaplara yerleştirmek için yatak odasına giderken Ünlü Düşünür de ev eşyalarının son düzenlemelerini yapıyordu. Kolombiya Kravatı Canavarı olayının üzerinden aylar geçmişti ki mimarlık şirketinde çalışan Bayan Düşünür’e patronundan bir iş teklifi geldi. Kütahya’da ihalesini aldıkları bir projenin başına Bayan Düşünür’ü geçirmek istemişlerdi, yaklaşık 2-3 yıl sürecek bu proje için Bayan Düşünür’ün orada kalması gerektiğinden Bay Düşünür de Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden Kütahya’ya tahin istedi. Kütahya daha sakin bir yer olacağını düşünüp hem biraz dinlenir rahatlarım diye düşünüyordu. Böylelikle kısa sürede toparlanan Düşünür çifti eşyalarını önceden gönderip kendileri de işlerini hallettikten sonra Kütahya’da ki yeni evlerine yerleşip yeni hayatlarına başladılar.
Bir sonbahar sabahında işe gitmek için ikisi de erken uyandı. Bay Düşünür banyoda tıraş olurken mutfaktan çok güzel kokular geliyordu. Tıraşını olduktan sonra kıyafetlerini giyip mutfağa gittiğinde hayatını adadığı kadın ona çok güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Dışarıdan gelen yağmur sesi eşliğinde Bay Düşünür:
-Günaydın gözlerimin parıltısı. Ne güzel söylemiş Ahmet Oktay “Ne çıkar paramız yoksa eğer, şarabımız bitince yağmura çıkarız, kim güzelleşmiyor sevişince.”
Onu hayranlıkla seyreden Bayan Düşünür yavaş adımlarla yaklaştı ve alt dudağına bir buse kondurup:
-Günaydın hayatıma düşen en güzel yağmur damlası.
İkisi birlikte masaya oturup kahvaltılarını yaparken Bayan Düşünür:
-3 ay oldu alışabildin mi yeni iş yerine, iş arkadaşlarına?
-Şimdiye kadar düşündüğüm gibi geçiyor. Sakin ve olaysız. Aslında ilk geldiğimde yardımcım olan kadın Nagehan buraların aslında öyle sakin olmadığını söylemişti ama hala bir cinayet sesi çıkmadı.
-Güzel güzel. Sen de dinlenmiş olursun bu sırada işte. Çayın bitmiş doldurmamı ister misin?
-Olur, sevinirim. Senin nasıl gidiyor işlerin, projenin durumu ne halde?
Bayan Düşünür hem eşinin hem de kendi bardaklarına çay koyarken:
-Birkaç pürüz oluyor ama hallediyoruz. Bir sıkıntı çıkacağını sanmıyorum. Şirkette bir kadın var söylemiştim daha önce, kesinlikle bir dahi. Bilgisayar konusunda bütün işlerimizi hallediyor. Muhteşem bir kod bilgisi var ve yeni mezun olmuş, arkadaşıyla kalıyorlarmış. Çok sevdim. Çok tatlı çok cana yakın bir kadın.
-Hatırladım. Leyla’ydı demi adı. Bu dönemde her şey bilgisayarda oluyor zaten, muhteşem bir şey onun için. Öğrenci sayılırlar bir gün akşam yemeğe davet etsene onları.
-Bende onu düşünüyordum. Bir yandan da aklıma şu konu takılıyor, eğer çocuğumuz olsaydı oda bu yaşlarda olacaktı acaba o ne okuyacaktı? Ne iş yapacaktı?
Çaylarından son yudumları alırken ikisi de buruk bir şekilde evden çıktılar. Bay Düşünür eşini bıraktıktan sonra Vezir’in teybinin sesini biraz açtı. Hiç olmayan çocuğunu veya çocuklarını düşünürken bir yandan Ahmet Aslan’dan ~Geberiyorum~ şarkısına eşlik ediyordu.
Büroya geldiğinde Nagehan masasında oturmuş bekliyordu. Nagehan Bilir orta boylu, zayıf, dalgalı saçlarını her gün farklı şekilde yapan, boş vakitlerinde sürekli kitap okuyan, polislik yaparken aklı yönetmenlikte olan bir kadındı. Bartın’ın Amasra ilçesinde doğup büyümüş ve sürekli Barış Akarsu şarkıları dinlerdi ve en büyük özelliği soyadında olduğu gibi çoğu şeyi bilirdi. Çok okurdu, çok araştırırdı ve her konuda fikri olurdu.
-Günaydın Amasra sahilinin dalgasını saçlarında taşıyan çok sevgili yardımcım.
Bay Düşünür yine her sabah olduğu gibi yardımcısının yüzünü güldürdü.
-Günaydın amirim. Bugün nasılsınız?
-İyiyim teşekkür ederim. Belki kahvaltı yapmamışsındır diye gelirken iki tane poğaça aldım sana.
-Çok düşüncelisiniz. Gerçekten bugün kahvaltı yapamamıştım, çok mutlu oldum. Çay ister misiniz peki amirim?
-Olur, açık bir çay getirirsen sevinirim.
Bütün gün böyle sohbet ederek ve fikir alışverişi içerisinde geçti. Arada bir anons geliyordu ama genelde cinayet vakası olmadığı için pek işle uğraşmıyorlardı. Akşam olduğunda bürodan ayrılırken eşini aradı onu iş yerinden almak için ama Bayan Düşünür akşam misafirleri olduğunu ve bu yüzden erken çıkıp eve geldiğini söyledi.

Eyvah -Fertility Hollis- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

38,39,40,41,42… karoları saymaya devam ettikçe kafasında dönüp duran rahatsız edici sesleri, susturabildiğini fark etti. Sayma işlemi biter bitmez karoların birbiriyle olan uyumuna bakacak, resmi eksik kılan yarım kalmış parçaların sayısıyla ilgilenecekti. Dedesi gerçekten haklıydı:” İnsanın canının sıkılması yalnızca aptallığından”dı.
“Dıııt!!”                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                Ses, artık kalkması gerektiğini can sıkıntısına çare bulmaktan daha başka işlerinin olduğunu söylüyordu. Zihninin “Beyaz” diye haykırdığı ama ona göre renginin beyazdan çok griye yaklaştığı o kapıya yöneldi. Usulca attı elini kapıya, adımı da aynı şekilde karşılık verdi o usulluğa. Kapının arkası o usulluğa denk gelmese de olurdu aslında. Bir çift el koşulsuz şartsız vücudunu ele geçiren ve boyun eğip uygulamasını sağlayan bir hareket yaptı. Hareketin başarılı olduğu kararına, işaret edilen sandalyeye oturduğunu fark ettiği anda vardı. Önündeki adam konuştu, konuştu… Önce büyük bir istekle kulak verdi ona. Adam az önce eliyle tek bir hamlede yaptığı büyüyü bu kez mırıldanıyordu. Zihniyle kahkahalar atarken o sözlere, bedeniyle neden bu kadar amadeydi anlamadı. Adam konuştu, konuştu ve yine konuştu... Adam içinden “4 Gözlü Canavar” diye bir şiir yazdı, ama şiiri okumadı.

21 Nisan 2017 Cuma

BU YANLIŞ BİR YAZI -Büşra Ceylan- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

Saat 00.37
başım çok ağrıyor, bu ağrı kalbime vuruyor, sonra parmak uçlarıma kadar bir sızı içindeyim sanki birazdan bir şeyler can verecekmiş gibi, bilemiyorum.

çok yanlış bir şey daha yaptım. Yapmamam gereken her şeyi tüketmişim gibi, gidemiyorum.

00.58
Şimdi ilk kez bizi düşünüyorum. Senin bile kendinden haberin yokken bunca şey sen olmuşken ve inatla onca şey biz olamamışken, bizi düşünmek hiçliğimle kavga etmek gibi, yenemiyorum.

20 Nisan 2017 Perşembe

SESSİZ ÇIĞLIK -Engerek Jr-

Tanrım korkuyorum;
Gözlerimi kapattığımda tekrar açamamaktan,
Hadi açtım hayata devam ederken bir hiç olmaktan.
Tanrım korkuyorum!
Tırnaklarımın derisinden ayrılışını hayal ediyorum
Hayal edecek onca güzel şey varken.

Aldığım her nefeste keşkeler doluyor ciğerime,
Tanrım küfrediyorum olup biten her adaletsizliğe.
Verdiğim her nefeste iyikilerim çıkageliyor dudaklarımın arasından,
Tanrım şükrediyorum sahip olduğum her güzelliğe.

Tanrım ben kimim,
Biz kimiz,
Sahi onlar kim ki hükmediyorlar benliğimize?
Neden kimse duymuyor sesimizi,
Yoksa çığlıklarımız çok mu sessiz bizim!

Tanrım korkuyorum;

Kendini korkusuz zanneden bir korkak olmaktan!



Engerek Jr...


Japon Balığı [3. Bölüm] -Delikadir-

-3. Bölüm-

“Merhaba günlük. Bu gece sıcacık yatağımda yazıyorum bu yazıları. Annemin akrabası bize sahip çıktı, çok ilgilendi. Çok seviyorum onu, bana çok iyi davranıyor. İki katlı evleri var, çok zenginler. Bana üst katta bir oda verdiler. Annem çok hastaydı ama burada biraz iyi oldu, doktora falan götürdüler. Çocukları olmuyormuş, beni hep lunaparka götürüyorlar. Bu gece de huzurlu uyuyacağım. Çok mutluyum günlüüük!!!”


Bay Düşünür hayatının aşkına güzel bir kahvaltı hazırladı. Masadaki çay bardaklarını doldururken; mutfak kapısına yaslanmış, onu izleyen Bayan Düşünür’ü gördü. Mor renkli kısa geceliğiyle kapıdaki afeti devrana bakarken, çayın bardaktan taştığını anlayınca irkildi ve tekrar döndüğünde Bayan Düşünür onu gülerek izliyordu. Heyecanlı bir şekilde -günaydın- dedikten sonra Nazım Hikmet’in Hoş Geldin Kadınım şiirinden bir bukle okudu;
-Hoş geldin kadınım benim hoş geldin ayağını bastın odama kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi. Güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde…
-Her seferinde kalbime dokunmayı nasıl beceriyorsun anlayamıyorum.
-Aslında bunlar sana kalbimin söyledikleri, ben sadece aracı oluyorum.
-Galiba ben de seni değil kalbini seviyorum, şüphelenmiyor değilim.
Gülüşerek oturdular kahvaltı sofrasına. Dün gece Bayan Düşünür’ün dikkatini çeken durum hakkında tekrar üstünden geçtikten sonra soluğu cinayet büroda aldı Bay Düşünür.
Yardımcılarını yanına aldıktan sonra bilgisayardan güvenlik kameralarını tekrar izlerken üçüncü kişinin evden ayrılırken tam kadrajdan çıkacağı zaman sendelediğini gösterdi.

SENİ BU SON ANLATIŞIM -Hexa- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

Ölmüş birini ne kadar daha anlatabiliriz insanlara? Ya da insanlar ne kadar daha dinlerler?
               Bir yaz gecesiydi ölümünü aldığım haber. Telefondan geldi haberin. Aklımı kaybetmişim gibiydi. Şaka olmasını diledim. Bu b.ktan hayatın bana yaptığı acımasız bir şaka. Ama değildi. Koca bir gerçekle yüzleştim. Kendime gelemedim. Hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum.

Şokella -Onur Albayrak-

Top sektirerek arkadaşlarının dışarı çıkmasını beklerken nasıl oldu da topu sektirecek çocukluğun seni terk etti be arkadaş? Nasıl oldu da topunun soyulmasına üzüldüğün günlerden iyiliğinin, hayallerinin soyulmasına üzüldüğün günlere geldin?
Sen de fark etmedin dimi? Bütün arkadaşların sen onları beklerken camın altında, onlar çoktan camlarını kırıp dışarı çıkarken, sen hala annene seslenip sana ekmek arası şokella göndermesini istiyorsun. Aç ulan gözünü aç. Tamam o maç arasında yediğin ekmek arası şokella dünyanın en güzel nimeti olabilir, ama şokella bile değişti be kardeşim.8 lira olmuş!
Yaaa öyle mal gibi bakarsın işte, şokella bile masumiyetini kaybetmişken hala masum kalabileceğini nasıl düşünürsün be salak!

30 Mart 2017 Perşembe

Japon Balığı [2. Bölüm] -Delikadir-

 -2. Bölüm-


“Merhaba günlük. Tam bir hafta oldu biz evden ayrılalı. Hala kalacak bir yer bulamadık. Annemle ya hastane koridorlarında yatıyoruz ya parkların banklarında ya da telefon kulübelerinde sıkışmaya çalışıyoruz. Soğuk havalarda dışarıda olmak çok zormuş ve neredeyse karnımızı doyuramıyoruz. Ama sen benim en iyi dostumsun, beni dinleyen, beni anlayan bir tek sen varsın. O yüzden sana anlatmazsam, bu sayfalara yazmazsam sana ihanet etmiş gibi hissederim kendimi. Yarın anneme bir akrabasından para gelecekmiş, belki ilerleyen günlerde onun yanına yerleşebilirmişiz. Birazdan bunun hayalini kurarak uyuyacağım bir hastane koridorunda.”

Ünlü Düşünür, o gün izinli ve okyanusu andıran nevresimin altında deniz kızı gibi uyuyor olan eşini rahatsız etmeden usulca evden çıktı. Kendisini oturdukları evin karşısında bulunan Yeşil adlı pastanede buldu. Pastane tamamen adını yansıtıyordu; her yer yeşil renk üzerine dekore edilmişti. Birer tane patatesli ve zeytinli poğaçanın yanında kayısılı kutu meyve suyunu alıp Vezir’in ön koltuğuna yerleşti. Patatesli poğaçasından bir ısırık alan Bay Düşünür teybin düğmesine basıp kendisini Gaye Su Akyol’un o eşsiz sesine bırakıp, Abbas şarkısını dinleyerek Emniyet Müdürlüğüne doğru bir hayli hızla gitti.
Büroya geldiğinde Bulut ve Çiçek masalarında hazır olan dosyalarıyla bekliyorlardı. Ünlü Düşünür:
-Hadi odama gelin. Şu konuyu açıklığa kavuşturalım, bizden önce Müge Anlı olayı çözecek diye çok korkuyorum.
Her iki yardımcı da cümlesini gülerek bitiren Ünlü Düşünür’ün aslında ironi yapmak istediğini çok iyi anlamıştı ve ister istemez ikisi de kendini tutamamış, gülmüşlerdi.
Bulut hemen dosyayı amirinin masasına bırakıp:
-Amirim ahraz adamın evinin çevresini araştırdım, civardaki insanlara fotoğrafları gösterip kadınları sordum, son zamanlarda garip bir şey olup olmadığını sordum ama Sefa Tiğ’in evi mahallenin dışında, ıssız, tenha bir alanda ve müstakil bir ev olmasından ötürü kimsenin dikkatini çeken bir olay olmamış.

Röportaj "KAYİDER" -Blog Olan Kuruntular-

Kayseri Hayvan Hayatı İyileştirme Derneği

Soru 1-) Öncelikle derneğiniz hakkında konuşarak başlayalım. Derneğiniz ne zaman kuruldu? Nasıl bir amaç doğrultusunda bu oluşum meydana geldi?

Cevap 1-) Derneğimiz resmi olarak 15.03.2017 tarihinde kurulmuştur. Fakat sokak beslemeleri ve sahiplendirmeler gibi aktivitelerimiz yaklaşık 6 ay öncesinde başladı. Fiilen derneğimiz 6 ay öncesinde aktif olarak projelere başladı diyebiliriz. Derneğimiz insanlara bu dünyada sadece kendilerinin yaşamadığını yaşamımızı paylaştığımız hayvan dostlarımızın da insanlar kadar özgür yaşamaya hakkı olduğunu göstermek, bakıma muhtaç hayvanlara yardım edilmesi gerektiğini ilke edinmiş resmi kişi ve kuruluşlara destek veren bir dernektir.

Soru 2-) Bu derneği kurduğunuz zamanlarda zorluklarla karşılaştınız mı?

Cevap 2-) Dernek kurmak için resmi işlemler ve insanlar arası iletişim kurma konusunda herkesin yaşadığı sıkıntıları yaşadık. Fakat ekip arkadaşlarımız ve hayvan severler sayesinde birlik içinde bu zorlukları aşmayı becerdik.

Soru 3-) Kayseri halkı tarafından nasıl bir tepki alıyorsunuz? İnsanların size yardımları oluyor mu?

Cevap 3-) Kayseri halkı için genel konuşmanın doğru olduğunu sanmıyorum. Fakat parkta köpek gezdirirken bile bizlere sataşan insanlar olabiliyor. Bu tür tepkilere karşı asla olumsuzluklara kapılmıyoruz. Bu tepkilerin yanı sıra çok olumlu yaklaşan gönülden destek veren insanların olması da bizi çok mutlu ediyor. Hayvan hakları konusunda halkımızın bilinçlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Evet insanlar bize ellerinden geldiğince destek oluyorlar. Maddi manevi bize yardımcı olan insanlara teşekkür ediyoruz.

Şiddet -Songül Yaşar-

Şiddet...
Yıllardır çeşitli gazetelerde, dergilerde ve bloglarda yazılar yazıyorum
En çok kaleme aldığım konulardan birisi de elbette ki şiddet
Belki de ülke çapında çok yazı yazılan konudur(?)
Yıllardır yazılıp çizilmesine rağmen ne yazık ki sadece yazılarda kalıyor şiddet konusu
Ne zaman adam gibi bir yasa çıkar, ağır cezalar falan gelir, anca o zaman olur şiddette azalma.
Çünkü her şey şiddete odaklı.
Kan davaları, namus cinayetleri, kadına şiddet, taciz, tecavüz, gençler arasında çıkan arbedeler, saçma sapan ne idüğü belirsiz kavgalar...
Buz dağının görünür yüzü doğrudan şiddet
Bir de psikolojik şiddet boyutu var bunun
Gel gelelim şu var ki şiddetin hiçbir türlüsü kabul edilemez...

Sana Aşık Olarak Doğmuşum Ben -Özgür Çetin-

Sana aşık olarak doğmuşum ben,

Kemiklerimde, boyun tiklerim de ve

Soğuk suların, zemberek tik takları da dahil,

Hep seni büyütmüşüm içimde.

10 Mart 2017 Cuma

Japon Balığı [1. Bölüm] -Delikadir-

-1. Bölüm-

“Merhaba günlük. Bugün çok kötü bir gün geçirdim. Annemle babam kavga ederken öğrendim ki; babam kumarda evimizi ve bütün paramızı kaybetmiş. Valizini toplayıp bizi terk edip gitti, giderken ona tek bir kelime bile söyleyemedim. Kimseye derdimi anlatamıyorum, bir tek sana söyleyebiliyorum. Bundan sonra annemle bir başımıza ne yapacağız? Gerçekten çok korkuyorum sevgili dostum. Bizim de en geç yarın sabah evi terk etmemiz gerekiyormuş. Belki de yarın günlüğümü bir parkın bankında uyumadan önce yazarım…”

İki aşık bu gece de evlerinde rakı masasında gözlerini birbirlerinden ayırmadan kadehlerini birbirine vurdu. Hemen sonrasında Derin Düşünür o güzel sesini sevdiği adamın kulaklarında gezdirip kalbine ulaştı. Birsen Tezer’in Di Gel Yanıma şarkısını söylerken son kadehlerini de masaya bırakıp birlikte yan odadaki yatak odasına geçtiler. Her gece yaptıkları gibi Derin Düşünür yatağa usulca girdi ve Ünlü Düşünür köşedeki koltuğuna oturup sonuna geldiği kitabı eline aldı. Oda çok büyük denemeyecek kadar büyüktü. Yere yakın bir yatak, açık mavi -okyanusu anımsatan- bir nevresim vardı, duvarların her birinde farklı renkler vardı odanın içi gökkuşağı gibiydi. Hayatlarını temsilen rengarenk bir odaydı ve duvarlarda hiçbir şey asılı değildi. Karanlık odada tekli koltuğuna oturan Ünlü Düşünür sadece kendisine yanan gece lambasını açtı. Turgenyev’in Babalar ve Oğullar kitabını sesli bir şekilde okumaya başladı. Ünlü Düşünür’ün fazlasıyla tok ve etkileyici bir sesi vardı. Derin Düşünür ise aşık olduğu, hayatını adadığı adamı hem izliyor hem de dinliyordu ve her gece kalbinin sesine ulaşarak uykuya dalıyordu.
Ünlü Düşünür, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde Cinayet Büro Amiri olarak görev yapıyordu.

YAPMA KADIN! -Hexa- [Takipçilerimizin Kuruntuları]

Yapma Kadın!

Yapma! Severim. Öyle bir severim ki şaşarsın. Ağzıma giren saçlarını severim mesela. Boynumu çizen tırnaklarını. Bir nefes kadar yakın oluşunu ama uzak duruşunu severim. Güzel ahlakını severim. Ama sevmekten korkarım. İncitmekten, kaybetmekten korkarım. Sonsuza kadar sürmeyecek oluşundan korkarım. Ne kadar doğru bilmiyorum düşündüklerim. Umursuyor muyum onu da bilmiyorum. Cevap vermeyişim istemediğimden değil. Kim istemez göğsünde yatan kadının sıcaklığında huzur bulmayı? Bence bir erkeğin en mutlu olduğu andır işte o zaman. Bir kadının omzunda yattığı an. Göklerin altında her şeyin bir zamanı var. An bu an belki. Belki gelecek. Belki hiçbir an değil. Yine de yaşamaktan korkmamak lazım.

45 SANİYE -Kabasakal-

Saat 03.02 17 Ağustos 1999...
Hayatımın en uzun 45 saniyesi...
          Düzce'de fındık zamanı köye gitmiştik. Annem o zamanlar kardeşime 6 aylık hamileydi. Tabi hamile haliyle fındık toplamaya değil de orada ki eş dostla beraber eğlence olur gibisinden onlara katılmıştık. Yaklaşık 1 haftadır falan oradaydık. Gündüz herkes fındık topluyor akşam da hep beraber toplanılıp sohbet muhabbet ediyorduk.       Bizde tabi çocuk halimizle köyde yeşillikler arasında koşturup duruyorduk. Bir gün güneş tutulması gerçekleşti. Depremden tam 2 önce. Köyün yaşlılarından bir teyze vardı adını hatırlayamıyorum. Köyün büyüklerinden bilgili birisiydi. Geçen yılların ona çok şey kattığı belliydi. Yüzünde ki her kırışıklık sanki daha önce yaşadığı bir olayın onda bıraktığı bir iz gibiydi. Biz çocuklara her akşam hikaye anlatırdı. Çocuk aklımızla adeta bilgeliğini bize aktarırdı. Güneş tutulması olduğunda da bize sakın bakmayın yoksa kör olursunuz diye takılmıştı.

I'm -Efdaş-

Ben;
Ellerine yapışıp,
Dudaklarını tutmayı,
Gözyaşlarının kahkahalarını, istedim…

Ben;
Kulaklarına sarılıp,
Ellerimi çevirip sana şükretmek,
Küfürlerimde açan çiçekleri görmeni, istedim…,

Her Şeyi Bilinçli Yapın -Aylak Bir Adam-

Neden duruyorsun ki? Hayallerin yok mu senin? Dünyanın en basit problemi olan para ile mi cebelleşiyorsun? Bırak bu palavraları. Cesaretim yok de. Açık ol. Ben hala kendime diyorum; Cesaretsizsin Coşku. Hala istediğin hayatı yaşamıyorsun. Hiçbir engel yokken birde.

Geçen ay yurt dışında olduğum için yazı yazamamıştım. Çok güzel anılar biriktirdim. Yine her zaman olduğu gibi efsane dostlar edindim. Doyasıya eğlendim, gezdim, gördüm, geldim. Her şey muhteşem geçmedi tabi ki. Yolda kaldım, yağmurda 1 saat otostop çektim, otostop çektiğim araç benden para istedi ama İngilizcesi olmadığı için anlaşamadık kaçmaya çalıştım kaçamadım mecbur para verdim ama her şeye rağmen çok güzel günler geçirdim. Hiçbir zaman vazgeçmedim. Vazgeçmeyeceğim.

20 Şubat 2017 Pazartesi

Neden mi Bisiklet? -ColdaTramp-

Soğuk bir kış günü içinden söylene söylene 3 kat giyinmek. Her gün en az 3 kez, sinyal vermeyen ‘’insanlara’’ küfür etmek. Bir yere yetişmeyen çalışırken tekerin indiğini hissedip dehşete düşmek. Yanından geçen her motosiklette iç geçirmek (özellikle geceleri). Gaza abanıp kara dumanlar atan bir kamyondan kurtulamamak. Bazen yağış var mı? diye on kez hava durumunu kontrol etmek. Kaza yapmak, düşmek. Sabah uyanıp dün gece bir arkadaşını kaybettiğini öğrenmek, genelde alkollü bir araba sürücüsünün marifeti ile! Belki 1 hafta arkanda farı beliren her arabada kaskatı kesilerek sürüş yapacağını daha o an anlarsın zaten. Sonra düşünülür ailesi her bisiklet gördüğünde kas katı kesilmez mi? Ya benim ailem? Ne riskler almıyoruz ki hayatta?

48.5 Mergenli -Engerek Jr-

Öyle bir yerdir ki çocukluğunun geçtiği yer kafandan silip atamazsın. İlk adımlarında orda atılmıştır beklide son nefesini vereceğin yerdir de orası. Sabah horoz sesiyle uyanmak gibi bir duygu mesela. Babaannenin yaktığı kuzineye koşmak gibi. Neden mi? Çünkü o kuzinede daima közlenmiş patates bulursun. İçinde çıtır çıtır yanan çıranın kokusundan mı dersiniz büyülü gözlerle camdan dışarı baktığında o eşsiz doğayı gördün mü işte o zaman anlarsın ne kadar şanslı olduğunu.Taşın toprağın içinde geçen günler,sokaklarda ucuz bir futbol topuyla atılan jeneriklik goller, ağaca tırmanıp sulu sulu yenen o ekşi erikler, yapma bee derdirten o ansızın patlayan tekerler,çocukluk aklıyla manasızca edilen küfürler; Şimdi dönüp baksak bütün bunlara güler eğleniriz iç geçiririz ama asla hafızalardan silinmez.

Piç Fanus -Dilan Bergil-

Bir Güneş'te kıskanırmış Ay'ı… Kimsenin dokunamadığı, yaklaşamadığı, hayran olduğu, korktuğu bir nevi gezegenlerin tanrısı olan Güneş, her yeri delik deşik, herkesin ayak bastığı üstüne bayrak dikip üzerinde hükümdarlık kurulmaya çalışılan sönük ve güçsüz bir şekilde etrafında dönüp duran Ay’ı kıskanırmış. Yorulmuş sisteminden; yalnızlığından, gücünden, içinde her biri bir yıldız olan uçlarından, ışığından, farklılığından yorulmuş. Sıkılmış mütevazilikten, sıkılmış bir görünüp bir kaybolmaktan… İçi soğumuş Güneş’in insanların nankörlüklerinden, iki yüzlülüklerinden, çıkarlarından, sahteliklerinden, yalanlarından…